HOŞ GELDİNİZ

"sinemasız ve sanatsız kalmayın"

2 Eylül 2011 Cuma

Yeşilçam'da Aşk (1)

Türk sinemasında aşk temasını konu alan filmleri araştırdım ve bulduğum filmleri, mizah gücümün yettiği kadar, karikatürize ederek bu blogda yer verdim. bu tür bir çalışmaya iten neden, "Aşk Üzerine Söylenmemiş Herşey" filmi olmuştur. Buradan karşı görüşle hareket ederek,

Aşk Üzerine Söylenmiş Her şey;
başlığı altında Yeşilçam sinemasında içinde AŞK sözcüğü geçen filmleri inceledim

Ancak bu filmlere geçmeden önce, Soner Derse'nin kitabından alıntılarla AŞK'ı tanıtmak istedim...

Saygılarımla...


Aşk, Yunanca “filla, eros, agape”; Latince “amor, carito”; Almanca, “liebe”; Fransızca “amor”, İngilizce “love”, kelimeleriyle ifade edilmekteyse de, aşkın özünde karşı cinse yoğun, derin ve içten bağlanma vardır. Bu bağlılık tutkulu bir bağlılıktır. Aynı zamanda cinsel ve ruhsal doyumu amaçlamaktadır. Bu bağlamda aşkı, birbirine önem veren kadınla erkeğin, tinsel, duygusal-cinsel birlikteliği olarak tanımlamak olanak dahilindedir. İnsanın temel duygularından biri olarak, insan mutluğunda özel bir yeri olan aşk kavramı; cinsel psikolojik, antropolojik, ideolojik, toplumsal ve tarihsel bakış açılarından ele alınarak açıklanması gereken bir olgudur. (1)

Burada aşkı bu açılardan ele alarak derin bir incelemesini yapmak yerine, tarih boyunca yer alan filozofların filozofik düşüncelerine bir göz attıktan sonra, Türk sinemasındaki aşkı tanımlamaya çalışalım.
Aşkı, bir düşünce terimi olarak ilk ele alan, eski Yunan filozofu Empedokles olmuştur. Filozofa göre evreni dolduran hareket, aşkla tiksintinin çatışmasından doğmuştur. Toprak, su, hava, ateş ve onlardan oluşan diğer nesne ve varlıklar bu çatışmanın ürünüdür. Başlangıçta aşk ortamının bozulması bu bölünmeyi doğurmuştur. Bütünleşme de aşkın tiksintiyi yenmesiyle oluşacaktır. (Server Tanilli, “Yaratıcı Aklın Sentezi” İstanbul 1998 syf: 283) (2)

Ünlü düşünür Platon, Şölen adlı yapıtında aşka ilişkin mitolojik bir öykü anlatır. Bu öyküye göre; insanlar dört kollu dört bacaklı, iki başlı ve güçlü bir vücuda sahipken, kendini bilmezce tanrılara saldırınca baş tanrı Zeuskızmış ve onları ikiye bölerek cezalandırmıştır. Bundan sonra insanlar diğer yanlarını aramaya başlamışlardır. (Platon “Şölen” Çev:Selahattin Eyüboğlu, İş Bankası Yayınları İstanbul 2000) (3)

Platon’da öyküdeki gibi aşkın diğeriyle bir olma, birleşme niteliği üzerinde durmuştur. Platona göre aşk, güzelliğin doğurduğu bir çekiciliktir, gerçek güzellik ise düşünce ile kavranan güzelliktir. Filozof aşkta mutlak ve temel bir güç görmüş ve en uçtaki ideal ve metafiziksel güçlere ulaşabilmek için bilgi edinme yolunun aşktan geçtiğini düşünmüştür.

Sipinoza aşkı mutlulukla o mutluluğu yaratan nedenin birleşmesi olarak tanımlar ve insanın aklını mkullanarak aşkı duru ve temiz bir duygu haline getirmesini ister. (Ozon Yılmaz, “Aşkın Evrimi I”, İstanbul 2000) (4) St. Agustine de aşkı varlığının nedeni olarak görür ve “aşkım benim ağırlık merkezimdir, o nereye giderse ben de oraya giderim” diye tanımlar. “Aşk Üstüne” adlı yapıtı olan Stendhal da aşkı düşe benzetir. Aşkın körlükten de daha kötü bir durum içinde doğduğunu söyleyen düşünür, onun gerçek olanı görmediğine, kendisine göre bir gerçekçilik olduğuna inanır.

Aşk bütün filozoflarca yüce ve ince bir duygu olarak nitelendirilmez. Kimi filozoflar insanı yaşanılan gerçeklikten uzaklaştırdığı ve mutsuzluk verdiği düşüncesiyle aşkı olumsuzlamaktadırlar. Schhopenaur’a göre aşk, her şeyi tersine döndürmeye uğraşan bir şeytan ve düşmandır. Aşk, her zaman acı veren bir yalandır. ((Server Tanilli, “Yaratıcı Aklın Sentezi” İstanbul 1998)

Aşk anlayışında karamsarlık ve kuşkuculuk ağır basan bir diğer filozof ise, varoluşcu felsefenin tanınmış filozofu, Jean Paul Sartre’dır. Ona göre aşk, “biz olma” değil özgürlüğün engellendiği bir yalnızlık alanıdır. Aşkın özgürlüğü kısıtlamasıno doğuran neden ise bireylerin kişisel ilişkilerdeki beceriksizliğidir.

Aşktan yaratıcı ve yüce bir duygu diye söz edenlerin aksine aşkı olumsuzlaştıranlarda erkeksi bir anlayış da görülmektedir. Platonik aşkları yücelten Aristotales, kadınlarla dostluk bile kurulamayacağını inanırken, Nietzsche kadınları “gelip geçici zevkler peşinde koşan eğlenceye düşkün ve sorumsuz” alt insanlar olarak nitelendirir. Bu erkekçi bakış açısı akıllara neredeyse meşru ve doğal olarak yerleşmiştir. Öyleki kadınlar bile bu eğilimi doğalmış gibi algılamışlar ve desteklemişlerdir. (Ozon Yılmaz, “Aşkın Evrimi I”, İstanbul 2000) (5)

Batılı düşünürlerin aksine İslam tasavvufunda aşk, mistik bir niteliğe bürünür. Tasavvufun temelinde erdem ve aşk yatar. Yunus Emre, Hacı Bayram Veli, Mevlana gibi düşünürlerin anlattığı aşk, yaratana duyulan aşktır. Tasavvuf felsefesinde, dünyanın ve canlıların yaratılışları aşk ile açıklanır. Onlara göre, Allah’ın yeri göğü ve bütün varlıkları yaratmasının başlıca nedeni, yaratanın bilinmek ve sevilmek isteğidir. Sufiler aşkı iki başlıkta ele alırlar. Bunlardan birincisi, Allah’tan başka nesnelere ya da değerlere duyulan “Mecaz-ı Aşkı” dır. Diğer bir deyişle mecazi aşk, geçici suretlerden birini sevmektir. Bu aşkın objesi bir gün yok olabilir. Zevklerden arınmış olan gerçek aşka erişmek için bir ara süreç, bir araç olması koşuluylabu geçici aşk da olumlanır, çünkü herkeste gerçek aşka yetenek yoktur. Mecazi Aşk, bir alışkanlık ve yetenek kazandırır. İnsanı gerçek aşka hazırlar. Tasavvufta gerçek aşk, Hak aşkı dır. İnsanın aksine Allah doğmamıştır ve ölmeyecektir. Bu nedenle ona duyulan mutlak aşk sonsuzluğa açılır ve süreklidir. Onun için böyle bir aşk yüce bir duygudur. (Server Tanilli, “Yaratıcı Aklın Sentezi” İstanbul 1998, sy: 285) (6)

Tasavvuf felsefesinin iki büyük düşünürü Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Yunus Emre’dir. Mevlana’ya göre Aşk raks ve müzikle birlikte insanın olgunluğa ulaşmasının yoludur. Aşk yaratıcının vasıflarındandır. İnsan neyi ve kimi severse sevsin, bu sevgi gerçekı varlık olan tanrıya duyulan sevginin göstergesidir. Bu nedenle beşeri varlığa duyulan geçici aşk insanı gerçek aşka götüreceği için hoş görülür.

Tasavvufun diğer düşünürü Yunus Emre ise felsefesini aşk üzerine kurar ve bu kavramdan bir dünya görüşü ortaya koyar. Yunus Emre’ye göre evrende, üzerindeki tanrısal nitelikleri arttırıp yokluk ve karanlık niteliklerini azaltacak, yok edebilecek tek varlık insandır. Bunu yapmak için Tanrı insanın yüreğine sevgi bırakacaj, girdi,ği tarikatta şeriat ve marifet aşamalarından geçerek en yükse derece olan hakikate ulaşacaktır. Hakikat aşamasında insanın özünde kötülük kalmayacak, yokluktan ve karanlıktan gelen her şey eriyip yok olacak, sadece, Tanrı nitelikleri kalacaktır. Böylece insan tanrılaşacak, Tanrı ile bir olacaktır.


"1" Soner Derse “Türk Sinemasında Aşk” syf: 19
"2" Soner Derse a.g.e.
"3" Soner Derse a.g.e.
"4" Soner Derse a.g.e.
"5" Soner Derse a.g.e.
"6" Soner Derse a.g.e.

Devamı Var

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder