HOŞ GELDİNİZ

"sinemasız ve sanatsız kalmayın"

10 Eylül 2011 Cumartesi

Geç Gelen Ödüller "Bereketli Topraklar Üzerinde" (16)

Yıl 1979: 16. Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni Yolcular, Demiryol,  Yusuf ile Kenan filmlerini yasaklayıp, bazı bölümleri kesmek istemesi üzerine tüm yapımcı ve yönetmenler şenlikten çekilme kararı aldı. Jüri üyeleri “Tüm filmleri değerlendirme olanağı bulamadığımızdan, uzun metrajlı filmler dalında yapılan yarışmaya katılan yapıtları değerlendirmeme kararını oy birliği ile aldık” şeklinde açıklama yaparak durumu protesto ettiler. Sansüre karşı bir duruş sergileyen festival yönetimi, iptal etmişti.

1979 yılında yarışan filmler şunlardı:

 Seninle Son Defa / Feyzi Tuna”, “Töre / Ümit Efekan”, “Altın Şehir / Orhan Aksoy”, “Kanal / Erden Kıral”, “Vatandaş Rıza / Cüneyt Arkın” “İsyan / Orhan Aksoy”, “Sensiz Yaşayamam / Metin Erksan”, “Kara Kafa / Korhan Yurtsever”, “Bebek / İhsan Yüce”, “Yolcular / Yavuz Pağda”, “Demiryol / Yavuz Özkan” ve “Yusuf ile Kenan / Ömer Kavur”.

Yıl 1980:. Festivalden bir gün önce, 12 Eylül askeri darbesi olur; tüm yurtta sıkıyönetim ilan edilir ve festival iptal edilir…

1980 yılının yarışma filmleri şunlardı:

 Adak, “Sürü,  "Doktor",  Bebek", “Yolcular,  Demiryol, Yusuf ile Kenan,  Bereketli Topraklar Üzerinde,  Gül Hasan, “Derya Gülü




 Bereketli Topraklar Üzerinde
 Yönetmen: Erden Kıral, Senaryo: Erden Kıral, Mahmut Tali Öngören, Tuncel Kurtiz, Eser: Orhan Kemal, Kamera: Salih Dikişçi, Yapım: IrmakFilm/Erdan Kıral, Polar Film/Tuncel  Kurtiz

 Müzik: Yavuz Top, Sarper Özsan, Yardımcı Yönetmen: Ali Kıvırcık, Işık Şefi: İlhan Aslım, Işık Asistanı: Metin Erdoğdu,
Oyuncular: Tuncel Kurtiz, Erkan Yücel, Özcan Özgür, Bülent Kayabaş, Nur Sürer, Yaman Okay, Erol Demiröz, Osman Alyanak, Menderes Samancılar, Nuri Sezer, Selçuk Uluergüven, Funda Gürçen, Ali Tutal, Hikmet Çelik, Cengiz Sezici


KONU: Orta Anadolu'nun yoksul köylülerinden iflahsızın Yusuf'u (Erkan Yücel), Köse Hasan (Nuri Sezer) ve Pehlivan Ali (Yaman Okay) iş bulmak umuduyla Çukurova'ya giderler, Hemşerileri olan fabrikan sahibini bulup işe başlarlar. Köse Hasan, çırçır fabrikasındaki ağır çalışma koşullarına dayanamaz ve hastalanır. Kısa bir sürede bir handa yoksul ve çaresiz bir biçimde ölür, Pehlivan Ali ile iflahsızın Yusuf fabrikadaki ağır çalışma koşullarına, insan sömüsüne ve de ırgat başının kendilerinden aldığı haraca karşı baş kaldınr.Ama bu baş kaldırışlarında yalnız kalırlar ve patron da bundan yararlanarak elebaşı konumundaki bu kileri işten atar. Parasız pulsuz kalan iki arkadaş iş aramaya başlarlar. Çalışıp para kazanmak zorundadırlar, Pehlivan Ali yde bıraktığı sözlüsüyle evlenebilmek için, Yusuf ise bir gazocağından daha fazlasını evine  türebilmek için, Bir süre sonra inşaat işçisi olarak iş bulurlar. Bu sırada Ali, Fatma (Nurhan Nur) adlı bir şoförün metresi olan kadına gönlünü kaptırır. Fatma, Ali'nin bu karşılıksız sevgisinden yararlanarak onun çaşarak biriktirdiği tüm parayı yiyip bitirir. Ayrıca işini de kaybeder. Bir süre sonra da bir köylüsünün aracığıyla çiftlik ağasının patozunda çalışmaya başlar. Zor ve dikkat isteyen bir iştir. Ali daha fazla kazanmak için daha fazla çalışmak zorundadır, Durmadan dinlenmeden, gece-gündüz çalışır. Uyku sersem i olduğu bir gece dalgınlıktan iki ayağını da patoza kaptır. Yardım gelmediğinden de kan kaybından ör. Büyük umutlarla yola çıkıp Çukurova'ya gelen üç arkadaştan yalnızca Yusuf kalır. O da gerektiği parayı biriktirdiği için köyüne dönmek ister, Arkadaşları her ne kadar kalması için ısrar ederlerse de o, ölen arkadaşlanın vasiyeti üzerine çarşıdan aldığı aynatarak ve bir de gazocağı ile duvarcı ustası olarak köyünün yolunu tutar, Onca acı ve çileden sonra yalnızca o amacına ulş gibidir.


Ödül

*Uluslar arası “Nantes” f ilm şenliğinde (1980)
Jüri özel ödülü
*Fransa Sanat ve Deneme sinemaları Birliği Ödülü
*Strazburg Avrupa Film Festivali’nde (1981) ÜYÜK Ödül
* 18.Antalya  Altın Portakal Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması (25 Eylül – 4 Ekim 1981)
Erden Kral “en iyi yönetmen”
Salih Dikişçi “en iyi Görüntü Yönetmeni”
Yaman Okay “En iyi oyuncu

Jüri Üyeleri: Cihan Çiftçili, Zuhal Çevik, Mehmet Doğan, Osman Üntürk, Nuri Dağtekin, Ahmet Gönen, Burçak Evren, Turgay Ulusan, Nisa Serezli, Kami Suveren.   
            
Orhan Kemal'in yaşamaktan, yaşananı kavramaktan ve yaşanmışı anlatmaktan gelen benzersiz gözlem gücü ve bir kaynak gibi coşup giden kalemi Çukurova'nın üstüne bir gün batımı gibi iner: Ağır, güçlü, kendinden emin... Yaşamdan gelen, kısa, küçük ama güçlü kalem darbeleriyle kağıda dökülür oradan da gözlerimizin önünde yeniden yaşama geçer: Bir dizi insan yüzü ve kişiliği ayrıntıdan temele, temelden ayrıntıya giden bir betimleme sonucu canlanır, somutlaşır, canlı-canlı oluverirler... Kendilerini anlatırken tüm bir Çukurova'yı, belli bir dönemin tüm koşulları, olayları ve olguları ile birlikte yeniden yaratırlar. "CHP'nin iktidarda bulunduğu 1946-50 yılları döneminden kısa bir zaman kesiti"dir bu... Kimler, kimler yoktur bu "Çukurova'dan İnsan Manzaraları"nda... Bir Orta Anadolu köyünden inip gelmiş, ne pahasına olursa olsun bir iş arayan İflahsızın Yusuf, Köse Hasan, Pehlivan Ali... Nekes, pinti" insafsız Topal Ağa, haksızlığa isyankar civa gibi Hidayetoğlu, elden ele geçen 15-16 yaşındaki Fatma kız, kerhaneden pamuk tarlasına transfer Aptal Kız... Babasından ödü kopan bıçkın ve hain ağa oğlu, ayni kumaştan acımasız ırgatbaşı, korkak Kemal.. Haksızlığa direnen, sesi kalın, başı dik, görmüş geçirmiş emekçi Kürt Zeynel... Ve daha niceleri...

 Kimdir bu insanlar, ne ister, ne ararlar? Orhan Kemal şöyle tanımlar;…her yıl binlerce ırgat kuzey, güney ve orta Anadolu'dan bereketli Çukurova topraklarına inerler. Onlar fabrikalarda, köy ekonomisinde ya da nerde olursa olsun iş ararlar. Binlerce, on binlerce ekmek ırgatı, "ekmek kapısı" dedikleri büyük şehirde aç, acı çekerek ve ümitsiz gezerler. Ve sonunda, her şeye rağmen herhangi bir iş düşerse, emek şartları, mesken, yemekler o derece kötüdür ki çoğu dayanamaz. Onlara elini uzatacak bulunmaz. Onlar, köyleri ve orda bıraktıkları akrabaları için çektikleri acıları gözlerine derin derin sindirerek kendilerine yer bulunmayan bu dünyayı ya erken terk ederler, ya da bir deri bir kemik kalarak garip bir hayatı sürerler."
İşte Erden Kıral'ın sineması bu güç işi yüklenmiş: "Çukurova'dan insan manzaralarının sinemalaştırmak işini... Türk yazınının en güçlü romanlarından birini, bu toprak, insan ve emek destanını sinemalaştırmak... 38 yaşında, daha yalnızca ikinci filmini yapan bir yönetmen için ne zor bir iş, ne altına girilmez bir uğraş!... Ama Kıral bunu başarıyor. Yaptığı, hemen ve öncelikle söyleyeyim, yalnız bizim sinemamız için başarılı bir Orhan Kemal uyarlaması değil, dünya sineması içinde de yüz akı bir filmdir...
Çünkü "Bereketli Topraklar Üzerinde", has sanat yapıtına özgü o doyumsuz tadı taşır, o zor kurulur ikilemi kurar, o insanoğlunu onurlandıran işlevi yerine getirir.,.. Bir yandan dünyada varolan, dünyanın büyük bir bölümünde hala var olan, günümüz insanlığının yüzkarası olarak var olan açlığı, işsizliği, sömürüyü, insanlık onurunun kırıntısından uzak sözüm ona yaşamayı anlatır. İnsan insanın kurdudur bu ortamda, bu düzende... Topal ağa için Köse Hasan'ın can çekişmesinin hiç önemi yoktur, onun için önemli olan koynundaki ipe bir kaç kuruş daha dizebilmektir... Ağaoğlu için de işçinin, işçi hayatının hiç bir değeri yoktur: "Patoz"un başına geçirdiği acemi usta biraz daha çabuk iş çıksın, ağanın kesesine biraz daha para girsin diye kolunu makineye kaptırdığında, onu arabasına atıp doktora götürmekten bile kaçınacaktır: Araba kanlanmasın diye!.. Kadınlar da bu acımasız orman düzeninden nasiplerini alırlar elbet: Fatma'ya sıtma krizi sırasında aspirin veren adam, birkaç dakika sonra nöbet geçiren kadının ırzına geçmekten utanmaz... İşçisi Üzerinde olmadık ceberrutluğu yapan ırgatbaşı ise, gence kızlarının kerhaneye düşmesine aldırmayacaktır.
 Ama ikilemin öte ayağı da vardır Kemal'de, Kıral'da... Çünkü "yeryüzünün her köşesinde insanlara özgü mutluluk özlemi, bizim halkımızın ruhunda vardır". "Bereketli" umutsuz, karamsar bir roman değildir: "umudu, kesintisiz mutluluk arayışını verir". Hayrettinoğlu Topal ağanın hırpaladığı hasta Köse Hasan'ı tuvalete götürdükten sonra ona taharet aldırırken, Pehlivan Ali kerhanede rastladığı ustabaşının kızıyla bir sevgi ilişkisi kurar gibi olurken, yine Pehlivan Ali ile Hayrettinoğlu yorgun bir emek günü sonrası uzakta yanan ateşin dalga dalga yansımasını yüzlerinde duyarak mutlu günlerin özlemini yaşarken, hayatın bir bütün olduğunu ve her şeyiyle yaşandığını, yaşanması gerektiğini algılarsınız... Her gerçek ve büyük sanat yapıtında olduğu gibi, "Bereketli" de de gerçeklere getirilen tanıklığın onuru vardır, ama ayın zamanda umutla umutsuzluğun, acıyla sevincin, kinle sevecenliğin de o ayrılmaz iç içeliği, birlikteliği vardır.. .

Erden Kıral, sinemasıyla tüm bunları ve daha başka şeyleri kavrar, ve yeniden kurar. Çok olaylı, çok kişili, .çok temalı bir dev roman sinemada gücünden soluğundan pek birşey yitirmeksizin başka bir yaşama, başka bir varlığa geçer. görselliğe kavuşur... Evet, ayrılıklar, değişiklikler, yön değiştirmeler vardır, bazı tipler yitip gitmiş, bazıları çok işlenmiştir: sözgelimi Pehlivan Ali niye böylesine öne çıkmıştır da İflahsızın Yusuf, romanın sonunda köyüne dönüp gelen Yusuf yok olup gitmiştir? Orhan Kemal'in o güçlü soluğunu belki aynen duyamayabilir, yazının taşıdığı özgül koşulların getirdiği bazı şeyleri bulamayabilirsiniz...
Ama kimse "Bereketli’nin yürekle, duyguyla, sevgiyle yapılmış bir film olduğunu' yadsıyamaz. Buram buram insancıllık, buram buram insan sevgisi kokan bir filmdir bu... Kıral'ın Orhan Kemal'in en güçlü yanını insancıllığını yakalayıp filmine bir ışık gibi yansıttığı açıktır. Bu insan sıcaklığı, yabancı bazı yazarların da belirttiği gibi filmi "Ayak Takımı Arasında", "Gazap Üzümleri" gibi evrensel başyapıtların veya son yılların "1900" veya "Cennet Günleri" gibi başarılı "toprak ve emek filmlerinin düzeyine yükseltmektedir. O yapıtlarda olduğu gibi "Bereketli" de bize uzun yıllar kolay unutamayacağımız, bir sokak köşesinde, bir sinema çıkışında yeniden rastlayıvereceğimiz denli yakından tanıdığımız tipler, insanlar armağan etmiştir.
Ancak bu insan yüzleri, yaşam kavgasındaki bu emekçi portreleri toplamı, kuşkusuz yalnız sevgiyle yaratılmamıştır. Bunda yeteneğin, bilginin ve ekip çalışmasının da payını unutmamak gerekir.
 Öngören/Kurtiz/Kıral'ın başarılı senaryo çalışması, Salih Dikişçi'nin, İsveçli ışık uzmanı Jan Pershon'un katkısıyla, özellikle dahili sahnelerde (çırçır fabrikası, Topal ağanın evi, vs) ve dış gece sahnelerinde De La Tour resimlerini andıran ışık/gölge uyumları yaratan kamera çalışması, Sarper Özsan'ın müziği ve kalabalık oyuncu kadrosunun (hangi birini saymalı?) hepsi, ayrıksız hepsi bu çabayı bütünlemektedir. "Bereketli", Türk sineması tarihinde böylesine kalabalık bir oyuncu kadrosunun tümüyle üstün bir oyun verdiği ilk ve tek filmdir. Hepsini yürekten kutlarız.

Ama hepsinin üstünde ve ötesinde Erdem Kıral, bu filmle henüz ikinci filminde sinemamızın en umut bağlanası isimlerinden biri olduğunu göstermektedir. Kıral, Çukurova'nın gerçek emekçileriyle işbirliği yaparak en zor sahneleri ustaca çözümlemiş, akıcı, pürüzsüz bir sinema dili kurmuş, Orhan Kemal'in dev yapıtının özünü perdeye taşımış bulunuyor. Bu filme ve Erden Kıral'a sinemamıza hoşgeldin diyoruz. Sinemamız, yeni ve uzun süre göğsünü kabartacak bir yapıt daha kazandı. (Atillla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”, syf, 184)
 "Bereketli Topraklar Üzerinde", hemşerilerinin fabrikasında çalışmak umuduyla  'seksen evlik köylerinden' Çukurova'ya gelen iflahsız Yusuf, Pehlivan Ali ve Köse Hasan'ın hikayesini anlatır. Orhan Kemal'in büyük oranda diyaloglar üzerinden ilerleyen, karakterlerinin ruh hallerini ve gönül yaralarını konuştukları 'dil'de arayan anlatısı, sinema için eşsiz bir malzeme sunmuştur. Öyle ki roman Tuncel Kurtiz tarafından senaryolaştırılırken, kitaptaki cümleler, deyişler ve hitap biçimleri büyük oranda korunmuştur. Kemal'in romanı, karakterlerinin şehir hayatının acımasız ve vicdan tanımayan karanlığına, bilinmezliğine sürüklenişini içselleştirircesine, kısa ve kesik kesik diyaloglarla, deyim yerindeyse şiirsel bir telaş hissiyle ilerler. Karakterlerin tutunduğu değerler, şehrin gözü dönmüş insan kalabalığı içerisinde giderek anlamını yitirir. Kemal'in üslubu tekrarlar üzerinden ilerler ve her tekrarda kelimeler anlamlarından bir parça daha yitirirler; karakterlerin umutları kırılmaya başladıkça gitgide işlevsizleşir ve zamanla hepten trajikomik bir bal alırlar: 'Hiç kimse hemşerimiz gibi olamaz.'
Bu derece dil üzerine kurulu bir anlatıya görsel bir kimlik kazandırmak oldukça güçtür kuşkusuz. Erden Kıral, dilin hakimiyetini mümkün olduğunca güzel planlar tercih ederek mizansenle dengelemeye çalışır: Filmin  girişinde Çukurova'nın pamuk tarlalarında çalışan ırgatları, filmin köyden şehre göç  temasına uygun biçimde hareket halindeki bir kamerayla izleriz. Filmin tam orta  yerinde de tekrarlanan bu belgeselvari planlar, fabrikada çalışan işçi  görüntüleriyle  birlikte anlatının ruhunun yattığı çekirdeği oluşturmaktadır. En  nihayetinde belirli karakterlere yoğunlaşsa da, bu, Çukurova'da ekmek parası için didinen pamuk işçilerinin ortak yaşam dertlerinin hikayesidir.  Erden Kıral, özellikle yer yatağında yan yana dizilmiş işçilerin uyurken ki görüntüleriyle  fabrikada yan yana dizilmiş işçilerin çalışırkenki görüntüsüne  paralel kurguyla aktardığı sekansta, karakterlerin tekil hikayelerinden daha büyük bir  gerçeğe işaret eden bir anlatı kurma derdinde olduğunu hissettirir: Tıpkı Orhan Kemal'in romanı gibi, film de Çukurova'nın, Türkiye'nin 50’ler sonrası toplumsal gerçekliğinin, bereketli topraklarda heba olmuş yaşamların ruhunu yakalamaya çalışmaktadır. Üç karakterin şehir gerçeğiyle yüzleşme öyküleri, zamanla daha geniş bir ruhsal coğrafyaya yayılır, yan hikayeciklerle örülü büyük bir anlatıya doğru evrilir. Şehirden filmin başında gördüğümüz pamuk tarlalarına geri dönen "Bereketli Topraklar Üzerinde" bol karakterli yapının getirdiği zorlukları alt edemeyerek dağınıklaşsa ve giderek parçalı bir görünüm alsa da; Yaman Okay, Erkan Yücel, Nur Sürer, Tuncel Kurtiz ve Erol Demiröz gibi isimlerin ustalıklı oyunculukları ve ince işlenmiş karakter portreleri sayesinde gücünden çok bir şey kaybetmez. Hatta filmi ilginç kılan şeyin, ırgat, ırgatbaşı, ağa, ağanın yeğeni, ispiyoncu, sendikacı ve usta gibi 'çalışma mekanizmalarındaki farklı hiyerarşik ve ahlaki konumları temsil eden bireyler arasındaki iktidar ilişkilerine mercek tutan parçalı bol karakterli yapısı olduğu da söylenebilir. Bu yapının ayakta  kalmasında, Orhan Kemal'in realist roman anlayışına bağlı olarak karakterleri şiveleriyle konuşturmasının da büyük bir payı vardır. Film, Kıral'ın sonradan çekeceği "Hakkari’de  Bir Mevsim" (1982) ve "Ayna" (1984) gibi filmlere kıyasla, deyim yerindeyse daha 'katı gerçekçi', belgesele göz kırpan, Marksist/neorealist sinema geleneğine daha yakın duran bir estetiğe sahiptir. "Hakkari'de Bir Mevsim" ve "Ayna"daki psikolojik derinliği ve hayal-gerçek arasında gidip gelen şiirsel anlatımı bu filmde bulamayız. Fakat belki de, filmin asıl meselesi de bu noktada düğümlenmektedir.  "Bereketli Topraklar Üzerinde", rüya görmesine izin verilmeyen insanların dünyasını anlatmaktadır. Bir sahnede gece gördüğü rüyadan dem vuran Pehlivan Ali'ye, ırgatbaşı şöyle cevap verir: 'Rüya görmek de noluyor lan!' Yerde uyuyan işçilerle, fabrikadaki makina görüntülerini paralel kurguyla aktaran bölüm, belki de buna işaret etmektedir. Rüya göremez olmuş, esrar kafasıyla ayakta tutulan, üretime katkıda bulunacak et parçalarından ibaret görülen, sabah 5 'te zorla uyandırılan, insanlığı çalınan insanların filmidir  bu. Romanda önemli yer kaplayan sıla hasreti bile, filmde bu insanların dünyasından çekilip alınmış gibidir. Hayalin ırak olduğu bu dünyanın erkeklerinin korudukları tek fantezi, kadınlardır. Özellikle Pehlivan Ali'nin Fatma ve Abdal Kız'ı arzulaması, kerhanede bir fahişeyi köyüne götürme hayalleri kurması üzerinden cinsel fanteziler, sıla hasretiyle karıştırılmış, melezleşmiş bir şekilde karşımıza çıkar. Diğer yandan film, erkeklerin dünyasında, kadınların ('avrat'ın) da bir mülkiyet olarak görülmesine de değinir. Erkek cinselliğiyle kapitalist üretim arasında -özellikle ırgat başının orgazm olurcasına 'Çalış!' diye bağırdığı sahnede- güçlü bir analoji kurulur. Son kertede filmin katı gerçekçiliği, belki de olabilecek en fantastik, en doğa üstü şeyin, sadece çalışmaya koşullandırılmış insan bedeni olduğuna işaret eder. Yine de görülemeyen rüyaların hiçliğe karışan sesleri, makina gıcırtılarının arasından belli belirsiz işitilmektedir hala.(Fırat Yücel) “SİYAD, “40 Yılın Serüveni” ”
  Sinemamız ne zaman edebiyatımıza el atsa eli boş kalmıyor. Bereketli Topraklar Üzerinde de bu kaideyi pek bozmuyor. Çünkü hem başarılı ama bir o kadar da başarısız. Başaralı; kaynak aldığı yapıtın dünyasına, içtenliğine, sıcaklığına ve vuruculuğuna giremeyip, ondan hareket ederek kendine özgü farklı bir dünya yaratıyor. Bu dünyanın içine de romandakinin girmesi pek kolay olmuyor. Yapıtın özünü oluşturan, ırgat sömürüsü, köylü-ağa çatışmasının ana nedeni, çok beylik, biraz gösterişli kalıyor. Emeğin sömürülmesi eylemden çok diyaloglara bindiriliyor ki bu da izleyen üzerinde pek fazla etkili olamıyor. izleyen bireylerin peşine takılmaktan sömürü düzeninin onlar gibi yüzlercesinin, binlercesinin yazgısını nasıl değiştirdiği üzerine pek kafa yorup, tüm acı ve yıkımların üzerine duygularından soyutlanıp gerçekçi bir bakış getirmekte zorluk çekiyor. Ama tüm bunlara rağmen Bereketli Topraklar Üzerinde sinemamız için bir kazanç. içeriğindeki sağlamlığa karşım sinemasal anlatımında bir dizi aksaklıklar ve de acemilikler taşısa da ..
 Orhan Kemal'in romanıyla Kral'ın filmi arasında kesin bir benzerlik aramak doğru olmaz. Sinemaya uyarlanan her edebiyat yapıtı için de böyle düşünmek gerekir. Kıral'ın başarısı, Orhan Kemal'in önüne serdiği malzemeyi kullanarak, Orhan Kemal'in romanında ulaşmış olduğu sonuca, sinemada ulaşabilmiş olmasıdır. Kıral'ın en övünülecek yem, soğuk kanIı bir yaklaşımla konuyu ele alması ve dramatik gerilimi olmayan, düz çizgili bir anlatımı seyirciye benimsetmekteki ustalığıdır. Gerçekten de çok süratli bir kurguyla verilen ve işçilerden birinin kolunu makineye kapatılmasıyla sonuçlanan sekansın dışında film, inişsiz, çıkışsız bir anlatıma yer veriyor.  Ama başarısı da bu biçimden kaynaklanıyor. Kıral zor olanı seçmiş, kimi kişileri öne çıkartıp seyircinin ilgisini uyanık tutmayı güvence altına  almak yerine, insanların bütünleştikleri çevreyi betimlemeyi yeğlemiş. Çarpıcı olmayan, izleyeni yavaş yavaş etkisi altına alarak üzerinde düşünmeye yönelten bir film çıkmış ortaya. (Rekin TEKSOY, Gösteri. S:1, Aralık 1980 )


2 yorum: