HOŞ GELDİNİZ

"sinemasız ve sanatsız kalmayın"

4 Eylül 2011 Pazar

Yeşilçamda Aşk (2)

Devam/
Yunus Emre insanın tanrılaşması sözüyle, Tanrı ile bütünleşmenin derecesini anlatmak istemiş, bunun da aracının aşk olduğunu söylemiştir. Çünkü aşk her şeydir.

Yunus Emre için aşk, sadece sevenle sevileni kucaklayan bir duygu değildir. Aşk bir felsefe, aşk yaşama anlam veren bir dünya görüşüdür. Bu nedenle Yunus Emre, aşık bir insanın niteliklerini anlatırken olgun bir insanın, insanlara örnek bir toplum önderinin niteliklerini sıralar. Ona göre aşık insanın “kalbi temizdir, halka yukarıdan bakmaz, bilgiçlik taslamaz, emeği ile geçinir, bencil değildir, bölücü değil barıştırıcıdır, tutumlu, derli, topludur. (İlhan Başgöz, Yunus Emre I, İstanbul, 1999) ([1])

 Öte yandan bu filozofik düşünce ve görüşlerin dışında Ozon Yılmaz, “Aşkın Evrimi” isimli kitabında şunları yazar; “Sevgi ile aşk ne eş anlamlı ne de birbirinden uzak ve karşıt kavramlardır. Sevgi ile aşk arasında bir zıtlık söz konusu değildir. İki kavramı birbirinden ayıran bir derece farklılığıdır. Yalnızca daha güçlü, daha derin daha içtenlikli duyumsanan, içerisinde cinselliğini de barındıran sevgiye aşk denilebilir. Bu açıdan aşk, birinin karşı cinsten birini çok sevmesi olarak da tanımlanabilir. Öyle ki, birine hoşlanma, ilgi, istek duyulduğunda bu, ‘seni seviyorum’ diye nitelendirilirken, daha yoğun duygulanımlar ‘sana aşığım’ veya ‘seni çok seviyorum’ diye ifade edilir. ([2])

Türk Sinemasında aşk deyince, bu düşünceler ışığında çekilen ancak film afişinde aşk sözcüğü geçmeyen çok miktarda aşkı konu alan filmler beyaz perdeye aktarılmıştır.  Bunlar köy, kasaba ve kentsel yörelerde aşkı anlatan filmler olarak seyirci karşısına çıkmıştır. Bunlara kısa örnekler vermek gerekirse; “Seyit Han” Yılmaz Güney, “Kuyu” Metin Erksan, “Gökçe Çiçek” Lütfi Ö. Akad, “Kuma” Atıf Yılmaz, “Deprem” Şerif Gönen, “Cemo” Atıf Yılmaz, “Irmak” Lütfi Ö. Akad, gibi filmler, köy filmlerinde aşkı konu alan filmlerdir.

Kasaba filmlerinde aşk temasını işleyen filmlerden bazıları da; “Kambur” Atıf Yılomaz, “Bodrum Hakimi” Türkan Şoray, “Ve Recep Ve Zehra Ve Ayşe” Yusuf Kurçşenli, “Göl” Ömer Kavur, “Yazı Tura” Uğur Yücel.

“Şehirdeki Yabancı” Halit Refiğ, “Acı Hayat” Metin Erksan, “Vesikalı Yarim” Lütfi Ö. Akad, “Ne Umduk Ne Bulduk” Zeki Ökten, “Bizim Kız” Türker İnanoğlu,  “Sultan” Kartal Tibet, “Fahriye Abla” Yavuz Turgul, gibi filmler de Kent filmlerinde aşk temasını işleyen filmlerden sadece bir kaçıdır.

Hangi coğrafi alanda geçerse geçsin konusu arabesk ve melodram olan filmlerde de aşk temalı filmler vardır ki bunlar özellikle anadolu’da gişe yapan filmlerdir. Bu filmlere de kısa kısa yer vermek gerekirse, “Son Hıçkırık” Ertem Eğilmez, “Boş Çerçeve” Ertem Eğilmez, “Mavi Mavi” İbrahim tatlıses, “Hülya” Nevzat Pesen, “Aşıksın” İbrahim Tatlıses, gibi filmleri sayabiliriz.

Aşk ve aşka dair anlatımlar sadece filmlerde yer almamakta, şiirlerde, romanlarda ve hatta mektuplarda  satırlar ve sayfalar dolusu anlatılmaktadır. Marc Chagall ([3]) aşk hakkında şöyle diyor: “Yaşamımızda tıpkı bir ressamın paletinde olduğu gibi yaşama ve sanata anlamını veren tek bir renk vardır. Bu aşkın rengidir”

“Aşkı anlamak zaten güç. İki kişi arasında gidip gelen bir sürü denge üstüne kurulu aşkların her birinin sırrına vakıf olmak için, mektuplara göz atmak iyi bir yol” diyor Özden Çetin. ([4]) Sırası gelmişken tarihte yar almış ünlülerin aşk mektuplarına da Çetin’in dediği gibi bir göz atmadan geçmek sanırım konumuza haksızlık olur.

Fransa kralı IV. Henry’nin Gabrielle d’Estrees’e şunları yazmakta: Savaş alanından, Dreux önleri, 16 Haziran 1593

“Sizden haber almaksızın bütün bir gün sabırla bekledim; durmadan dakikaları saydım, zaten başka bir şey yapamazdım. Ama bir gün daha beklemeyi gerektirecek bir neden göremiyorum; uşaklarım tembelleşmemiş ya da düşmana esir düşmemişlerse elbette... Bundan sizi sorumlu tutmaya dilim varmaz benim güzel meleğim: Bana olan sevginize güvenim buna engeldir. Kuşkusuz hak ediyorum sevginizi, çünkü şimdiye dek aşkım hiç bu kadar büyük, arzum bu kadar sabırsız olmamıştı. Bu nedenle şu nakaratı bütün mektuplarımda yineliyorum: Gelin, gelin, gelin, benim sevgili aşkım. Gelin ve elinden gelse binlerce mili kat edip ayaklarınıza kapanacak ve oradan bir daha hiç kalkmayacak olan erkeği varlığınızla onurlandırın.

Burada olanlara gelince, kalenin hendeğindeki suyu kuruttuk, ama toplarımız yerleştirilemeyecek. Mantes'a varışınızın ertesi günü, kız kardeşim Anet'ye gelecek, orada sizi her gün görme zevkini tadacağım. Size az önce elime geçen bir portakal çiçeği demeti gönderiyorum. Eğer oradaysa vikontesin (Gabrielle'in kız kardeşi Françoise) ve iyi dostumun (kendi kız kardeşi Catherine de Bourbon) ellerinden öperim, size gelince sevgili aşkım, ayaklarınızı milyonlarca kez öpüyorum.”

 Franz Liszt ise sevgilisi Marie d’Agoult’a şöyle sesleniyor mektubunda; “Marie! Marie! Ah’  Bırakın bu adı yüz kez bin kez tekrarlıyayım. Üç gündür benimle yaşıyor bu ad, bana azap veriyor, beni tutuşturuyor. Şu anda size yazmıyorum hayır, yanınızdayım, yakınınızdayım. Sizi görüyorum, sizi duyuyorum…Cennet, Cehennem, hepsi ve bütün bunlardan daha fazlası, hepsi içinizde…” ([5])

34 Aralık 1851 yılında Victor Hugo’dan sevgilisi Jüliette Drouet’e yazdığı mektuba gelince;  “Bütün bu karanlık ve şiddet dolu günler boyunca harikuladeydiniz. Juliett’im. Sevgi istedim, getirdiniz, sağ olun! Gizlendiğim yerlerde,sürekli tehlikede beklemekle geçen gecelerin sonında, kapımda parmaklarınızda titreyenanahtarın sesini duyduğumda, kötülükler ve karanlık yok oluyordu. İçeriye ışık giriyordu! Çalışmalarıma ara verildiğinde yanı başımda olduğunuz o korkunç, ama müthiş tatlı saatleri asla unutmamalıyız. O küçük karanlık odayı, tavandan, duvarlardan sarkan o eski eşyayı, yan yana duran iki koltuğu, masanın bir köşesinde yediğimiz yemeği, getirmiş olduğunuz soğuk tavuğu yaşamımız boyunca unutmayalım; tatlı konuşmalarımızı, okşamalarınızı, kaygılarınızı, adanmışlığınızı hep anımsayalım. Beni sakin ve dingin gördüğünüze şaşırmıştınız. Bu sakinlik ve dinginlik nereden geliyor, biliyor musunuz? Sizden…” ([6])

Heloise’den Abelardus’a;

12. yy.da yaşamış biri filozof diğeri öğrencisi iki aşığın  Heloise’den Abelardus’a yazılan mektup “Aşk Mektupları” içinde önemli bir yer tutmkatadır. "Peter Abelardus döneminin 'radikal' filozofu ve din alimidir, Heloise de onun güzeller güzeli  sübyan sevgilisi ve öğrencisi hem çocuğunun annesi, daha sonra karısı, dönemin de en entellektüel kadınlarından biridir.. Gizli evlilikleri, Heloise'in dayısının Abelardus’u hadım  ettirmesi, ayrılan yollar, manastırlara kapanan yaşamlar. Heloise, ayni zamanda Abelardus için İsa'yi kullanan fütursuz hatundur. Abelardus kilisenin bazı öğretilerine karşı çıktığı için başı derde girer. Aralarındaki büyük aşkı ayrı düştüklerinde birbirlerine yazdıkları mektuplardan öğreniriz.  ([7])

“Uğrunuza neler kaybettiğimi, kaderin menfur bir darbesiyle hunhar bir ihanetin sizi benden çalmakla bizzat beni benden çaldığını, bütün dünya gibi siz de biliyosunuz sevdiğim. Kaybımdan duyduğum kederin sizi yitiriş şeklimden duyduğum kederin yanında bir hiç olduğunu da. Üzüntümün tek nedeni sizsiniz, bana beni avutma lütfunu bir tek siz bağışlayabilirsiniz. Beni üzmek, bana mutluluk ve huzur vermek gücüne bir tek siz sahipsiniz. Benliğinizde sizden başka hiçbir şey aramadığımı tanrı bilyor, sizden bir şey istemedim sizi istedim.

Evlilik bağı aramadım, evlilik peşinde olmadığımı ve çok iyi bildiğiniz gibi doyurmak için çırpındığım arzular ve zevkler benim değil, sizindi. Eş adı daha kutsal ya da daha bağlayıcı gelebilir, ama metres sözcüğü ya da izin verirseniz cariye ya da fahişe sözcükleri bana daima hoş gelecektir.

Size yalvarıyorum, yaptıklarımı hatırlayınız, bana ne kadar çokı şey borçlu olduğunuzu düşününüz. Sizinle tensel zevklerin tadını çıkarırken, oek çok kişi bunu aşkla mı, yoksa şehvet duygularıla mı yaptığımı soruyordu kendiğne, ama şimdi, vardığım son nokta başlangıcın kanıtını oluşturuyor. Sonunda arzunuza boyun eğerek kendimi bütün zevklerden mahrum ettim. Şimdi artık her zamankinden daha da fazla sizin olduğumun kanıtı dışında, benliğimden geriye hiçbir şey alıkoymadım.

Bu nedenle kendinizi adadığınız tanrı adına, bendeki varlığınızı, elinizden geldiğince - hiç değilse tanrıya hizmet edebilecek gücü ve hazırlığı bulmama yardım edecek birkaç avutucu sözcük yazarak – yaşatmanız için size yalvarıyorum. Yalvarırım bana neler borçlu olduğunuz düşünün, yakarışlarıma kulak verin de bu uzun mektubu kısa bir sonla bitireyim; elveda yegane aşkım”.

Son olarak, “Aşk Mektupları” içinde yerini alan bir başka mektuba, İsmet İnönü’den Mevhibe Hanım’a yazılan ve onun karşılığı olan mektuplara bir göz atarak bu konuyu burada bitirelim;

İsmet İnönü’den; “Allah’ın bana ihsanı olan sevgilim. Neredesin? İnsaf et, şimdiye kadar postaya benim için bir kelime, bir teselli, bir selam bırakmadın mı?. Ben sürekli feryat ediyorum. Hep seni arıyorum. Benim kıymetli, bir tanecik sevgilim… Bir tek kelimeni alsam ’sıhhatteyim, rahattayım’dediğini okusam, en büyük saadetime nail olacağım.

Uzat dudaklarını ruhum..Yanaklarını uzat… Benim nurum ve saadetim olan  o ismet yuvalarından ruhumun bütün hasret ve özlemiyle öpeyim. Aklımda, hayallerimde yalnız sen varsın. Bütün varlığımı sen dolduruyorsun, meleğim… Uçsana… Cenab-ı Hak seni daima başımın ucunda bulunasın diye yarattı. Neden uçup başımın üstüne konmuyorsun? “

Mevhibe Hanım’dan; “Bu mektubun yerine ah ne olur, ben gitmiş olsaydım. Emin ol, götürmüş olsaydınız, katiyen, zerre kadar kalbime korku, tereddüt gelmiyor. Bilakis koşa koşa uçarak gitmek size kavuşmak istiyorum. Sizi daima memnun ve mesut görmek istiyorum. Cenab-ı Hak’tan gözyaşlarımla afiyetini ve muzafferiyetini temenni ediyoırum.” [8]

 
Sonraki yazı dizisi "Türk Sinemasında Aşk" temalı filmler

[1] Soner Derse a.g.e.
[2] Soner Derse a.g.e.
[3] “Marc Chagall”  dünyamızı renklendiren bir ressam. 1887 de Prusya’da doğmuş ve 1985 de Fransa’da ölmüştür. Chagall, yirminci yüzyılın en önemli ressam ve grafik sanatçılarından biridir. Resimlerinde kullandığı garip hayvan motifleri, kocaman çiçek buketleri, hüzünlü palyaçolar, uçan sevgililer gibi imgeler onu en yaratıcı ressamlardan biri yapmıştır. Çok özgün bir stili olan Chagall'ın yirminci yüzyıl resmi üzerindeki etkisi büyüktür. (www.cocukca.com)
[4] Özden Çetin a.g.e sy: 8
[5] Özden Çetin a.g.e sy: 9
[6] Milliyet Sanat Dergisi 1 Nisan 2000
[7] http://sourtimes.org internet sitesi
[8] Milliyet Sanat Dergisi 1 Nisan 2000 sy. 14

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder