Aşk aklın en soylu zaafıdır. “John Dryden”
1955 ve 1956’da Kurbanlı, Ölümlü aşklar geride kaldı. Yerini “Karlı Dağdaki Aşk” aldı. Yönetmen Tekin Akpolat bu işi pek kıvaramıyacağını anlamış olacak ki, Muhteşem Durukan’la birlikte tamamlamış filmi. Film 1957 yılında “Uludağ’da geçen bir yasak aşkı” konu aldığına göre, pek muhtemeldir, kar altındaki doğada tek başına çalışmak zor gelmiş olacak ki, topu diğer yönetmen arkadaşına atıvermiş. “Sen Oyna Muhteşem Sen Oyna”. Aslında gösterime girmeyen ve daha sonra da yangın sonucunda yanan filmin konusunu ben burada yazıversem, kimse yanlıştır diyemez.
“Zengin iş adamı fabrikatör Asım Bey (Asım Nipton), karısı Nermin (Nermin Ruhsever) ile Uludağ’da tatile gelmişlerdir. Kayak hocası Ali’den (Ali Ekdal) kayak dersleri alan Nermin hanım, zamanla hocasına aşık olmuş ve aralarında başlayan yasak aşk, hüsranla son bulmuştur.” Filmin gerçek senaryosunu Ahmet Bedri Özalp nasıl yazmıştır, bilemiyorum, ben böyle uygun gördüm. Bağışlayın.
Refik Halit Karay'ın aynı isimli romanından sinemaya uyarlanan bu filmin konusunu arayıp buldum. Ve sizlerin de bu konuya uzak kalmamanız açısından bu satırlarda yer vereyim bari....
Konu: Binnur, Kız Sanat Enstitüsüne yeni tayin olmuş güzel bir öğretmendir. Burada Zeria adında başka bir öğretmenle çok kısa bir süre içinde ahbap olur. Onun aracılığıyla Ulvi adında yakışıklı bir mühendisle tanışır. Ulvi Binnur’a daha ilk gördüğü andan itibaren alaka gösterir. Zeria onun Ulvi’yle evlenmesini istemektedir. Çünkü Ulvi geleceği parlak olan birisidir ve Ulvi’nin de Binnur’u istediğini bilmektedir. Fakat Binnur çelişki içerisindedir; Ulvi’ye bir türlü aşık olamıyor, ondan bir elektrik alamıyor, bununla birlikte de eğer onunla evlenirse yaşayacağı hayat onu cezbediyordu.
Zeria, her yıl düzenlenen Kocadağ gezilerine Binnur’un da katılmasını istedi. Böylece onunla Ulvi’yle yakınlaşıp evleneceklerini düşündü. Binnur onun bu isteğini kabul etti. Dağ yolculuğu boyunca Zeria ikisini başbaşa bıraktı. Binnur ilk defa birşeyler hissetmeye başladı. Aralarında çok sıcak yakınlaşmalar yaşandı. Misafirhaneye vardıklarında herkes Yusuf adında birinden bahsediyordu. Yusuf Kocadağ’da bir kulübede yaşayan, bu dağı çok iyi bilen ve kadınları kendine çeken bir cazibeye sahip kırk yaşlarında bir kayakçıydı. Ona Kar Adamı diyorlardı. Binnur ilk zamanlarda fazla ilgi göstermemekle beraber, daha sonra onu çok merak etti. Hiçbir kadına yüz vermeyen Yusuf, ilk karşılaştıkları andan itibaren Binnur’dan etkilendi. Ama Binnur onu bir yabani gibi görüyordu. Fakat daha sonra o da Yusuf’tan etkilendi, birşeyler hissettiğini anladı ve ona aşık oldu. Ama Ulvi ile evlendiği zaman yaşayacağı hayat onu bu aşkından vazgeçirmişti. Geri döndüklerinde aklı hala Yusuf’taydı. Nitekim, şehre çok nadiren gelen Yusuf, şehre indiğinde Binnur’u tam İstanbul’a babasından evlenmek için izin istemeye giderken buldu. Onu alıp Kocadağ’daki kulübesine götürdü. İkisi de mutluydu. Günler çok güzel geçiyordu, ta ki Binnur’un o kulübede bir ömür boyu yaşanmaz düşüncesine kapılana kadar. O artık birilerinin gelip onu oradan götürmesini bekliyordu. Yalnız başına gitmeye cesareti yoktu. Aklına teyzesinin oğlu Erbil geldi.
Onun kendisini çok sevdiğini bildiği için, ne olursa olsun kendisini kabul edeceğini biliyordu. Ama o hala Yusuf’u çok seviyor ondan ayrılmak istemiyordu. Birgün Yusuf kulübede yokken birisi çıkageldi. Bu kişinin Yusuf’un oğlu Kaya olduğunu öğrendi. Binnur ona içini döktü ve ona Erbil’den bahsetti. Fakat daha sonra, söylediklerini unutmasını istedi. Yusuf geldiğinde Kaya çoktan gitmişti.
Bir gün Yusuf ile Binnur kayarlarken derin bir uçurumla karşılaşırlar. Binnur Yusuf’a birgün buradan birlikte bilinmeyene uçmayı teklif eder. Yusuf da bunu kabul eder.
Günler böyle geçerken Erbil çıkagelir. Fakat artık Binnur için tek saadet o uçurumdan Yusuf ile birlikte atlamaktır. Erbil ile konuştuktan sonra Yusuf’la birlikte ortadan kaybolurkar. Onlar gerçek saadetlerine çoktan ermişlerdi ama Erbil, hala Binnur’un birgün döneceği umuduyla beklemektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder