HOŞ GELDİNİZ

"sinemasız ve sanatsız kalmayın"

28 Eylül 2011 Çarşamba

Kahpenin Aşkı

Bu sene (1957)  karlı dağda başlayan aşk, çobanın aşkından, Zeynep’in aşkına kadar uzandı geldi “Kahpenin Aşkı” na. Kahpelerin de aşkı olmaz mı yani? Önce bu kahpe sözcüğünün  anlamını inceleyelim: Türk Dil Kurumu Sözlüğünün 1988 yılı baskısının 2.ci cildinde şunlar yazılıdır. “Kahpe felek=kadere ve talihe küskünlüğü” ifade eder, “Kahpece=kahpeye yaraşır biçimde”, “kahpenin dölü=piç-soysuz”, “kahpelenmek=kahpelik etmek”, “kahpeleşmek=kahpece davranmak”. “Kahpe= Orospu”,

Biz gelelim şimdi konumuz olan “Orospunun Aşkı”na… Pardon “Kahpenin Aşkı”na. Senaryoyu Kemal Tözem amcamız yazmış, Muzaffer Arslan ağabeyimiz de Arslanlar gibi yönetmiş. İnşallah kahpece davrananlar ve kahpelik edenler olmamıştır çekimler boyunca kendisine. 1921 yılında doğup 71 yaşında vefat eden Arslan, bu sene zarfında 15 filme imzasını atmış. Bu on beş filmde, aşklardan Kahpenin Aşkına takmış kafayı, başka aşklar yokmuş gibi. Bir erkeğin hayatını zehir eden kadının hikayesi konu ediliyormuş filmde. Kadın oyunculardan Atlan Karındaş, Fatma Andaç, Neriman Alışık (bunların hangisi orospu “kahpe”, bilgi yok), erkeklerde ise Sadri Alışık, Muzaffer Arslan, Kemal Tözem, Suat Tanır, İbrahim Delideniz, Mümtaz Alpaslan Rol almışlar.

Zeynep’in Aşkı

Çoban aşık olur da aynı köyden olmasa da başka bir köyden olan (ki adı Güllü Fatma’dır) güzel Zeynep aşık olamaz mı? Zamanın 37 yaşındaki yakışıklı yönetmeni Memduh Ün bu konuyu ele alır ve hemen “Zeynep’in Aşkı” filmini, 1957 de Muharrem Gürses’in senaryosundan yola çıkarak çeker. Hayrettin Işık da kamerasıyla yardım eder bu ikiliye. “Aşkına kavuşamayan ve bu nedenle de acı çeken köylü kızının” dramatik aşk öyküsünü anlatan bu filmde; Aaltuk Kaplangı, Muhterem Nur, Memduh Ün, Mehmet Özekit, Alev Gürzap oynamışlar, Yakut Film adına Memduh Ün ile Dr. Arşavir Alyanak da bu filmin yapımcılığını üstlenmişler.

Çoban Aşkı

Aşklar hiç bitmeyecek devam edecek bu yıl da da. Çobanın, Zeynep’in, Kahpe’nin aşkları hep arka arkaya çevrilecektir 1957 yılı bitmeden. “Çoban Aşkı”, senaryosu filmin yönetmeni Nuri Akıncı’ya (1924-1977) ait olan bu filmde “Bir köy çobanının dramatik aşk öyküsü” anlatılmakta. Görüntü Manasi Filmeridis’in, yapımcı ise usta sinemacı Nevzat Pesen. Neriman Köksal, Aslan Altın, Halide Pişkin baş rollerde. Çoban kimdir bilmem ama, henüz 29 yaşında şuh bir kadın olan güzelliğiyle herkesi büyüleyen Neriman Köksal’a aşık olmamak mümkün mü?. Çekim tarihinde 33 yaşında olan yönetmen Akıncı’nın Köksal’a bakışı nasıldı acaba?.

Karlı Dağdaki Aşk

Aşk aklın en soylu zaafıdır. “John Dryden”

1955 ve 1956’da Kurbanlı, Ölümlü aşklar geride kaldı. Yerini “Karlı Dağdaki Aşk” aldı. Yönetmen Tekin Akpolat bu işi pek kıvaramıyacağını anlamış olacak ki, Muhteşem Durukan’la birlikte tamamlamış filmi. Film 1957 yılında “Uludağ’da geçen bir yasak aşkı” konu aldığına göre, pek muhtemeldir, kar altındaki doğada tek başına çalışmak zor gelmiş olacak ki, topu diğer yönetmen arkadaşına atıvermiş. “Sen Oyna Muhteşem Sen Oyna”. Aslında gösterime girmeyen ve daha sonra da yangın sonucunda yanan filmin konusunu ben burada yazıversem, kimse yanlıştır diyemez.

Zengin iş adamı fabrikatör Asım Bey (Asım Nipton), karısı Nermin (Nermin Ruhsever) ile Uludağ’da tatile gelmişlerdir. Kayak hocası Ali’den (Ali Ekdal) kayak dersleri alan Nermin hanım, zamanla hocasına aşık olmuş ve aralarında başlayan yasak aşk, hüsranla son bulmuştur.” Filmin gerçek senaryosunu Ahmet Bedri Özalp nasıl yazmıştır, bilemiyorum, ben böyle uygun gördüm. Bağışlayın.

Refik Halit Karay'ın aynı isimli romanından sinemaya uyarlanan bu filmin konusunu arayıp buldum. Ve sizlerin de bu konuya uzak kalmamanız açısından bu satırlarda yer vereyim bari....

Konu: Binnur, Kız Sanat Enstitüsüne yeni tayin olmuş güzel bir öğretmendir. Burada Zeria adında başka bir öğretmenle çok kısa bir süre içinde ahbap olur. Onun aracılığıyla Ulvi adında yakışıklı bir mühendisle tanışır. Ulvi Binnur’a daha ilk gördüğü andan itibaren alaka gösterir. Zeria onun Ulvi’yle evlenmesini istemektedir. Çünkü Ulvi geleceği parlak olan birisidir ve Ulvi’nin de Binnur’u istediğini bilmektedir. Fakat Binnur çelişki içerisindedir; Ulvi’ye bir türlü aşık olamıyor, ondan bir elektrik alamıyor, bununla birlikte de eğer onunla evlenirse yaşayacağı hayat onu cezbediyordu.
Zeria, her yıl düzenlenen Kocadağ gezilerine Binnur’un da katılmasını istedi. Böylece onunla Ulvi’yle yakınlaşıp evleneceklerini düşündü. Binnur onun bu isteğini kabul etti. Dağ yolculuğu boyunca Zeria ikisini başbaşa bıraktı. Binnur ilk defa birşeyler hissetmeye başladı. Aralarında çok sıcak yakınlaşmalar yaşandı. Misafirhaneye vardıklarında herkes Yusuf adında birinden bahsediyordu. Yusuf Kocadağ’da bir kulübede yaşayan, bu dağı çok iyi bilen ve kadınları kendine çeken bir cazibeye sahip kırk yaşlarında bir kayakçıydı. Ona Kar Adamı diyorlardı. Binnur ilk zamanlarda fazla ilgi göstermemekle beraber, daha sonra onu çok merak etti. Hiçbir kadına yüz vermeyen Yusuf, ilk karşılaştıkları andan itibaren Binnur’dan etkilendi. Ama Binnur onu bir yabani gibi görüyordu. Fakat daha sonra o da Yusuf’tan etkilendi, birşeyler hissettiğini anladı ve ona aşık oldu. Ama Ulvi ile evlendiği zaman yaşayacağı hayat onu bu aşkından vazgeçirmişti. Geri döndüklerinde aklı hala Yusuf’taydı. Nitekim, şehre çok nadiren gelen Yusuf, şehre indiğinde Binnur’u tam İstanbul’a babasından evlenmek için izin istemeye giderken buldu. Onu alıp Kocadağ’daki kulübesine götürdü. İkisi de mutluydu. Günler çok güzel geçiyordu, ta ki Binnur’un o kulübede bir ömür boyu yaşanmaz düşüncesine kapılana kadar. O artık birilerinin gelip onu oradan götürmesini bekliyordu. Yalnız başına gitmeye cesareti yoktu. Aklına teyzesinin oğlu Erbil geldi.
 
Onun kendisini çok sevdiğini bildiği için, ne olursa olsun kendisini kabul edeceğini biliyordu. Ama o hala Yusuf’u çok seviyor ondan ayrılmak istemiyordu. Birgün Yusuf kulübede yokken birisi çıkageldi. Bu kişinin Yusuf’un oğlu Kaya olduğunu öğrendi. Binnur ona içini döktü ve ona Erbil’den bahsetti. Fakat daha sonra, söylediklerini unutmasını istedi. Yusuf geldiğinde Kaya çoktan gitmişti.

Bir gün Yusuf ile Binnur kayarlarken derin bir uçurumla karşılaşırlar. Binnur Yusuf’a birgün buradan birlikte bilinmeyene uçmayı teklif eder. Yusuf da bunu kabul eder.
 
Günler böyle geçerken Erbil çıkagelir. Fakat artık Binnur için tek saadet o uçurumdan Yusuf ile birlikte atlamaktır. Erbil ile konuştuktan sonra Yusuf’la birlikte ortadan kaybolurkar. Onlar gerçek saadetlerine çoktan ermişlerdi ama Erbil, hala Binnur’un birgün döneceği umuduyla beklemektedir.

Aşk Kurbanları

Nebile Teker
Doğumu ve ölümü bilinmeyen (ama yaşadığı gerçek) yönetmenlerden biri de Aziz Özer… Çektiği iki filmle ne yazıktır ki yönetmenler sınıfına dahil olan bu dehaları fihrist içine almak bence gereksiz ama onlara da saygısızlık etmemiş olmak için 1956’daki “Aşk Kurbanları” filmine bir göz atalım! Filmin konusu yok, bulamadım. Usta görüntü yönetmeni Cezmi Ar’ın kamerasından görünen bu filmin konusu hakkında ezbere bilgi vermek kolay. “Zengin bir iş adamı olan Bülent Ufuk, bir pavyon sanatçısı olan Nebile Teker’e aşık olmuştur. Sadece o mu? Onu gören her erkek, bu güzel kadına her şeyini vermiş sonunda ölümü seçmişlerdir.” Kadroya gelince, Bulabildiğim isimler şunlar; Bülent Ufuk, Nebile Teker, Haldun Ölmezoğlu, Fuat İmer, Danslar: Türkan Şamil, Asuman Çintay, Şarkılar: Suzan Güven

Aşk ve Kumar

Aşka insan kendini aldatarak başlar ve başkalarını aldatarak bitirir. “Oscar Wilde”


Sanırım “Aşk ve Ölüm” filmini seyretmiş olacak ki! sadece üç filme imza atan (1956’da iki ve 1958’de Bir) yönetmen Turan Day, hemen 1956 yılında “Aşk ve Kumar” filmini çevirivermiş alelacele. Fıstıkçı Rasim diye bilinen yapımcı Rasim Day’ın oğlu olunca da film çekmek kolay ve zahmetsiz. Film, “Lüks ve debdebeli hayatı seven bir odacı kızı ile evlenip, açtığı kumarhanede hayatını kaybeden zengin bir adamın öyküsünü” konu almakta. Sinema tarihçilerinin karşı çıkabileceği bir varsayımımı burada dile getirmek isterim. Turan Day henüz bu tarihte 21 yaşında Galatasaray Lisesi’nden mezun toy bir delikanlı durumundadır. Sanırım yapacak bir iş bulamayan avare bir delikanlı olduğundan, babasının yapımcılığını kullanarak, ve ona sırtını dayayarak kendisini film çekme işine vermiş. Vermiş, ancak başarılı olamadığı da aşikar. 58 yaşında vefat (1935-1993) eden Turan Day’ın, sinemacılık sonrasında ne iş yaptığının da bilinmesine gerek yok.

Aşk ve Ölüm

Ölümdür tek başına yaşanan.  Aşk iki kişiliktir… “Ataol Behramoğlu” 

Aşklar ölümle mi biter acaba ? Sanmam. Birbirine kavuşan, sonsuza dek mutlu yaşayan aşıklar da var  elbette. Aşk üzerine sekiz film yapan ve 75 yaşında iken 2002 yılının 26 Nisan’ında yaşama veda eden Orhan Elmas, yazdığı senaryoya “Aşk ve Ölüm” adını vermiş 1955 yılında. Lazar Yazıcıoğlu da görüntülemiş, Muzaffer Tema, Nermin Ruhsever, Gönül Bayhan başlıca rolleri aralarında paylaşmışlar veya yapımcı Cahit Günal vermiş bu rolleri onlara. “Seven bir kadının sevdiği erkek uğruna yaptığı fedakarlıklar”. Filmin konusu bu. Ancak kadının yaptığı fedakarlık ne? Araya başka kadın da girince, sevdiği erkeği bir başka kadına kaptıran ve bu nedenle de aradığı aşkı bulamayıp ölümü seçen bir kadın mı var acaba?

13 Eylül 2011 Salı

Aşk Izdıraptır

Daha yeni yeni aşklar yaşayan Türk sinema filmlerimizde, önce aşkı besteleyeceksin sonra Abideleştireceksin ardın da aşkı ızdırap haline getireceksin. Oldu mu ya Sayın Atıf Yılmaz… Olur tabi. Birden fazla evlilik, sayısız aşklar yaşayan inişli çıkışlı yollarda ter döken bir yönetmenimiz üstelik de eski kuşak yönetmenlerimizden ve bugüne kadar yüzün üzerinde filmlere imza atan ve hala aranan bir yönetmen olacaksın da böyle bir konuya değinen film yapmayacaksın? Olur mu hiç?

1926 – 2006 yılları arasında yaşayan Yılmaz, 1953 yılında “Aşk Izdıraptır” isimli üçüncü filmini çekmek üzere Fenerbahçe’de bulunan tarihi Belvü Oteli lobisinde tüm ekip buluşur. Filmin ismini alan senaryo tarihsel serüven romanları yazan Oğuz Özdeş’in bir aşk romanıdır. 1939 yılında yazılan bu roman ([1]) “Bir genç kızın aşk uğruna çektiği acıların” öyküsünü anlatılıyor. Başrol oyuncuları Muzaffer Tema. Nurhan Nur, Ayten Alpman, Temel Karamahmut, Memduh Ün, Muazzez Arçay, Sadettin Erbil, Feridun Çölgeçen olarak yer alıyor literatürde.
Bu filmde önce Fikret Hakan’ın adı geçer, henüz 19 yaşında olan yakışıklı oyuncunun çok genç olması nedeniyle, yerine 34 yaşında olan gene yakışıklı bir orta yaşlı adam Muzaffer Tema seçilir. İsabetli de olmuştur kanımca… Henüz 23 yaşında olan bir genç kızın kendinden küçük ve aşkı henüz doğru dürüst tanıyamayan 19’undaki adama neden aşık olsun ki! Oysa diğer tarafta bir Muzaffer Tema vardır, hem yaşça büyük hem de yaşının icabı aşkı bilen tadan ve tanıyandır. Eh böyle olunca da, kanımca Nurhan Nur, Muzaffer Tema’ya aşık olup acı çekecek ve bu aşk onda bir ızdırap halini alacaktır. Nurhan Nur bu tarihte Atıf Yılmaz’la evli ve hem de hamiledir, Karısı olması nedeniyle herhalde başrol kadın oyunculuğu da Nurhan Nur alacaktır. Gerek Nur ve gerekse Alpman 23 yaşında tazececik ve körpececik iki genç kızdır. Bu durumda Orta yaşlı Muzaffer Tema kimi tercih etmiştir bilinmez. Rol gereği de olsa Ayten Alpman’ı pek tercih etmediği apaçık ortada. Oyuncu Temel Karamahmut, Alpman’ın eski nişanlısı, ama aynı zamanda Ayten Alpman’da henüz çiçeği burnunda taze gelin. İlham Gencer’le evli. Koca kıskanç mı kıskanç, çekimler boyunca her daim sette, karısını kontrol altında tutuyor. Bu durumda yakışıklı adam Tema, pek tabidir ki Nurhan Nur ile aşk yaşayacaktır. Sanırım mesleği icabı Atıf Yılmaz’ın pek kıskançlığı yok gibi. Ne de olsa her şey rol gereği.
Nurhan Nur çekimlerin devam ettiği sırada, geçirdiği rahatsızlık sonunda çocuğunu aldırmak zorunda kalır ve içeride kalan bir parça nedeniyle ikinci kez ameliyat geçiren sanatçı her durumda bir Izdırap içindedir bir müddet daha.

Bir gün sevgilim sordu aşk nedir? diye. Ertesi gün onu bir başkası ile gördüm! kulağına fısıldadım AŞK IZDIRAPTIR”

Aşk Abidesi

"Dünayayı güzellik kurtaracak, bütün insalığı;
sevmekle başlayacak herşey.
 "Dostoyevski”
Aradan henüz bir yıl geçmiştir ki, doğumu ve ölümü sinema tarihçilerimiz tarafından bulunamayıp, arkeologlarımıza ve antropoloklarımıza havale edilen Ömer Faruk Özakbaş isimli yönetmenimiz 1953 yılında “Aşk Abidesi” isimli filme imzasını atmıştır. Ömer Faruk Hindistan’a gitmiş midir? Orada tüm dünyaca tanınan Tac Mahal’i görmüş müdür?
O da bilinmez ama, Hint-Türk İmparatoru Şah Cihan'ın Burhanpur'da doğum sırasında ölen karısı Ercümend Banu Begüm için yaptırdığı eşsiz mimari başyapıt “Aşk Abidesi” Tac Mahal'in önünde, Yamuna Nehri bulunmaktadır. Burada her yıl yapılan anma törenlerinde İmparator Şah Cihan ve onun elinden tutan eşini canlandıran 2 oyuncu, 17'inci yüzyıl romantizmini günümüze taşırlar.
Taç Mahal
Bizim Aşk Abidemizde ise sahnede bir başka iki oyuncu vardır… Sabiha İzer ve Ömer Faruk Özakbaş. Bir aşk öyküsünü konu alan bu filmde aynen Taç Mahal’de olduğu gibi bu iki oyuncu ele ele tutuşmuşlar mıdır bilinmiyor ama bilinen, Ömer Faruk Özakbaş’ın bu filmde senaryocu, yönetmen, oyuncu ve yapımcı olarak görev alması. Çok şükürdür ki görüntü işini Vedat Akdikmen’e bırakmış. Sinema yaşantısında sadece 4 film çeken Özakbaş, filmlerinde eşi Sabiha İzer’i de oynatarak az paraya çok işler yapmış ! bir yönetmen.

Geç Gelen Ödüller belli oldu (1979 / 1980)

1979 yılında sansüre karşı tepki, 1980’de 12 Eylül askeri darbesi nedeniyle yapılamayan film yarışmaları bu yıl yapıldı. Altın Portakal’ın Geç Gelen Ödülleri belirlendi.
Geç Gelen Ödüller, Antalya Büyükşehir Belediyesi ve AKSAV Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın tarafından 12 Eylül’de  TÜRVAK Türker İnanoğlu Vakfı Sinema-Tiyatro Müzesi’nde düzenlenen basın toplantıyla basına ve kamuoyuna duyuruldu.
<strong>Geç Gelen Ödüller</strong>
Prof. Dr. Özdemir Nutku (Jüri Başkanı), Hale Soygazi, Selahattin Tonguç, Vecdi Sayar, Atilla Dorsay, Tunca Yönder, Doğan Hızlan, Ahmet Keskin, Nurettin Tekindor, Kenan Değer ve Tonguç Yaşar’dan oluşan “Geç Gelen Ödüller” jürisinin yaptığı değerlendirme sonucunda 1979 ve 1980 yıllarında Altın Portakal ödülüne değer görülen filmler ve sanatçılar şu şekilde sıralandı:
<strong>1979 yılının en iyileri</strong>
<strong>En İyi Film:</strong> 
<a href="http://www.sinematurk.com/film_genel/2913/Demiryol">DEMİRYOL</a>-Yavuz Özkan
<a href="http://www.sinematurk.com/film_genel/6890/Yusuf-ile-Kenan">Yusuf İle Kenan</a>- Ömer Kavur   
                              
 <strong>En İyi Yönetmen</strong>: Yavuz Özkan- Demiryol                           
 <strong>En İyi Senaryo:</strong> Onat Kutlar ve Ömer Kavur – Yusuf İle Kenan
 <strong>En İyi Müzik:</strong> Arif Erkin -Kanal                                  
 <strong>En İyi Kadın Oyuncu:</strong> Sevda Ferdağ – Seninle Son Defa  
 <strong>En İyi Erkek Oyuncu:</strong> Fikret Hakan - Demiryol    
 <strong> En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu:</strong>  Sevda Aktolga- “Bebek” 
 ve “Demiryol” filmleri ile
 <strong>En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu:</strong>  Kamuran Usluer –Kanal
 <strong>En iyi Çocuk Oyuncu:</strong> Cem Davran- Yusuf İle Kenan
 <strong>1980 yılı Altın Portakal’ları </strong>
 <strong>En İyi Film:</strong> <a href="http://www.sinematurk.com/film_genel/1129/Suru">Sürü </a>–Zeki Ökten                      
 <strong>En İyi Yönetmen: </strong> Zeki Ökten –“Sürü” ve “Düşman” filmleri 
 İle                         
 <strong> En İyi Senaryo:</strong>  Başar Sabuncu -  
 Adak                               
 <strong>En İyi Müzik:</strong> Zülfü Livaneli-
 Sürü                                     
 <strong>En İyi Kadın Oyuncu:</strong>  Melike Demirağ –Sürü / Güngör Bayrak -Düşman    
 <strong>En İyi Erkek Oyuncu:</strong> Tarık Akan – “Adak” ve “Sürü” filmleri
 ile /  Aytaç Arman- Düşman  
<strong> En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu:</strong>  Fehamet Atila- Düşman   
<strong> En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: </strong>   Tuncel Kurtiz-

12 Eylül 2011 Pazartesi

10 Eylül 2011 Cumartesi

Geç Gelen Ödüller "Derya Gülü" (18)

Yıl 1979: 16. Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni Yolcular, Demiryol,  Yusuf ile Kenan filmlerini yasaklayıp, bazı bölümleri kesmek istemesi üzerine tüm yapımcı ve yönetmenler şenlikten çekilme kararı aldı. Jüri üyeleri “Tüm filmleri değerlendirme olanağı bulamadığımızdan, uzun metrajlı filmler dalında yapılan yarışmaya katılan yapıtları değerlendirmeme kararını oy birliği ile aldık” şeklinde açıklama yaparak durumu protesto ettiler. Sansüre karşı bir duruş sergileyen festival yönetimi, iptal etmişti.


1979 yılında yarışan filmler şunlardı:

 Seninle Son Defa / Feyzi Tuna”, “Töre / Ümit Efekan”, “Altın Şehir / Orhan Aksoy”, “Kanal / Erden Kıral”, “Vatandaş Rıza / Cüneyt Arkın” “İsyan / Orhan Aksoy”, “Sensiz Yaşayamam / Metin Erksan”, “Kara Kafa / Korhan Yurtsever”, “Bebek / İhsan Yüce”, “Yolcular / Yavuz Pağda”, “Demiryol / Yavuz Özkan” ve “Yusuf ile Kenan / Ömer Kavur”.

Yıl 1980:. Festivalden bir gün önce, 12 Eylül askeri darbesi olur; tüm yurtta sıkıyönetim ilan edilir ve festival iptal edilir…

1980 yılının yarışma filmleri şunlardı:

 Adak, “Sürü,  "Doktor",  Bebek", “Yolcular,  Demiryol, Yusuf ile Kenan,  “Bereketli Topraklar Üzerinde,  Gül Hasan, “Derya Gülü"

Derya Gülü
Yönetmen: Süreyya Duru, Senaryo: Suphi Tekniker, (Necati Cumalı'nın aynı adlı eserinden),  Görüntü Yönetmeni: Ali Uğur, Müzik: Nedim Otyam, Yapım: Murat Film / Süreyya Duru

 Oyuncular: Bulut Aras (Sinan), Meral Orhonsay (Meryem), İhsan Yüce (Haşim Kaptan), Gülsen Tuncer, Reşit Çıldam, Esin Karakay,

 Konu: Derya Gülü Cuma!ı'nın üç kişilik bir oyunu olarak -yaşlı  karısı, genç bir delikanlı- arasında ki aşk ve kıskançlık üçgeni çatışmasını ele alır. Yaşlı ve sarhoş kocasından nefret eden  Meryem'in iki zehirleme teşebbüsü sonuç vermemiştir. Haşim Kaptan'ın  yanına kapılanan Sinan'ı  kandıran Meryem  Sinan'la sevişerek, Haşim Kaptan'ını öldürme planları yapıp, Sinan'ı kullanmaya kalkar. Haşim kalp krizinden ölünce  Meryem Sinan ile tartışır ve Sinan Meryem'i bırakıp gider. Süreyya  Duru, Cumalı'nın doğalcı sahne oyununu sinemalaştırır. Balıkçılık yapan Haşim Kaptan, karısını geçimlerini temin için zengin evlerine gündeliğe gönderir. Sinan , Haşim Kaptan'ın yanına yardımcı olarak girer. Meryem'le Sinan'in seviştikleri  söylentisi mahalleye  yayılır. Sinan gitmeye kalkar, Meryem ise kocasını öldürmeyi planlar. Sinan ise buna  mani olmaya çalışır. Haşim Kaptan kalp krizi sonucu yaşamını yitirir. 
Ödül:

18. Altın Portakal Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması (25 Eylül – 4 Ekim 1981)
İhsan Yüce “En Başarılı  Erkek Oyuncu
Meral Orhonsay “En Başarılı  Kadın Oyuncu

 Jüri Üyeleri: Cihan Çiftçili, Zuhal Çevik, Mehmet Doğan, Osman Üntürk, Nuri Dağtekin, Ahmet Gönen, Burçak Evren, Turgay Ulusan, Nisa Serezli, Kami Suveren.               

  Cumalı'nın ustalığı, bin kez işlenmiş bu konuya yeni, özgün bazı açılımlar getirmesi, melodramı da, kaba farsı da önleyerek ilişkilere kendine özgü bir kıvam getirmesidir. Sürreyya Duru, bu yaklaşımı temelde koruyor, ama yalnızca üç kişi arasında geçen, ruhbilimsel yanı ağır basan bir film yapmak gibi son kerte güç bir işin hak­kından pek gelemiyor. Filmi izlerken, sözgelimi "Postacı Kapıyı İki Kere Çalar"ı, Somerset Maugham'dan uygulanan "Yağmur"u anma­mak elde değil. Bu ünlü filmlerle kıyaslama, filmin lehine çalışmı­yor... "Derya Gülü", özellikle oyuncuların çabalarıyla kendini kurtarıyor. Orhonsay, konunun gerektirdiği bir Lana Turner veya Rita Hayworth değilse de iyi bir oyuncu. Bulut Araş aksamıyor; İhsan Yüce ise nefis bir kompozisyon çiziyor. Ama sonuç olarak "Derya Gülü", Necati Cumah'ya da, Süreyya Duru'nun son başarılı dönemine de bir katkıda bulunmuyor. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız









Geç Gelen Ödüller "Gül Hasan" (17)

Yıl 1979: 16. Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni Yolcular, Demiryol,  Yusuf ile Kenan filmlerini yasaklayıp, bazı bölümleri kesmek istemesi üzerine tüm yapımcı ve yönetmenler şenlikten çekilme kararı aldı. Jüri üyeleri “Tüm filmleri değerlendirme olanağı bulamadığımızdan, uzun metrajlı filmler dalında yapılan yarışmaya katılan yapıtları değerlendirmeme kararını oy birliği ile aldık” şeklinde açıklama yaparak durumu protesto ettiler. Sansüre karşı bir duruş sergileyen festival yönetimi, iptal etmişti.


1979 yılında yarışan filmler şunlardı:

 Seninle Son Defa / Feyzi Tuna”, “Töre / Ümit Efekan”, “Altın Şehir / Orhan Aksoy”, “Kanal / Erden Kıral”, “Vatandaş Rıza / Cüneyt Arkın” “İsyan / Orhan Aksoy”, “Sensiz Yaşayamam / Metin Erksan”, “Kara Kafa / Korhan Yurtsever”, “Bebek / İhsan Yüce”, “Yolcular / Yavuz Pağda”, “Demiryol / Yavuz Özkan” ve “Yusuf ile Kenan / Ömer Kavur”.

Yıl 1980:. Festivalden bir gün önce, 12 Eylül askeri darbesi olur; tüm yurtta sıkıyönetim ilan edilir ve festival iptal edilir…

1980 yılının yarışma filmleri şunlardı:

 Adak, “Sürü,  "Doktor",  Bebek", “Yolcular,  Demiryol, Yusuf ile Kenan,  “Bereketli Topraklar Üzerinde,  Gül Hasan, “Derya Gülü

 Gül Hasan  
Yönetmen: Tuncel Kurtiz, Senaryo: Nuri Sezer, Tuncel Kurtiz, Görüntü Yönetmeni: Salih Dikişçi, Yapım: Sekur Film, Nurettin Sezer, (Türk-İsveç Ortak Yapımı)

 Oyuncular: Tuncel Kurtiz, Müjdat Gezen, Hasan Gül, Özcan Özgür, Nuri Sezer, Savaş Dinçel, Erol Demiröz, Yaman Okay, Savaş Dinçer, Helena Maria Ein, Peter Lindgren, Cara Vigren, Gudrun Zachirsson, Hakan Bengston
Konu: İsveç'te aylak Türklerle İsveçlilerin kurduğu bir şebeke" sizi filmde oynatacağız" diye bir grup Türk işçisini dolandırır. Topladıkları paralarla kaçacakları sırada işçiler durumu fark edip şebekeyi sıkıştırırlar. Dolandırıcı şebekesi sonunda işçilerin de zorlaması ile filmi çekmek zorunda kalırlar.

Ödül:
18. Antalya Altın Portakal Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması (25 Eylül – 4 Ekim 1981)
Tuncel Kurtiz “En iyi  senaryo” .
Jüri Üyeleri: Cihan Çiftçili, Zuhal Çevik, Mehmet Doğan, Osman Üntürk, Nuri Dağtekin, Ahmet Gönen, Burçak Evren, Turgay Ulusan, Nisa Serezli, Kami Suveren.

Tuncel Kurtiz'e İsveç'te en iyi yönetmen ödülünü getiren "Gül Hasan" filmini 1980 Berlin Şenliği'nde ilk kez izledikten tam 2 yıl sonra Türkiye'de görmek mümkün oluyor. Bir Türk filminin Türk seyircisine sunulmaktaki bu hızına (!) şaşmamak kolay değil.

Kurliz, "Umut"tan başlayarak sinemamızın son 10 yıl içindeki gelişimine tanıklık etmiş, hele son yıllarda önemli filmlere senaryo ve oyun alanında katkılarda bulunmuş bir tiyatrocu. Özellikle "Oto­büs", "Sürü", "Kanal", "Bereketli Topraklar Üzerinde" filmlerindeki oyunları unutulamaz. Ne yazık ki bu filmlerin yönetmenleriyle sonradan hep kötü kişi olmuş Kurtiz, hepsini ağır biçimde eleştirmiş.

Filme gelince, Kurtiz, uzun yıllardır dışarıda olmanın getirdiği deneyimle İsveç'te ve genelde dışarıda, kalkınmış Batı ülkelerinde yaşayan işçilerimizin, vatandaşlarımızın sorunlarına bir bakış getirmek istemiş. Bu yeni düzenle bir türlü kurulamayan uyum, bunalımlara yol açan çelişkiler, birbirlerini sömürmekten, kandırmaktan, giderek soymaktan çekinmeyen Türkler. Yeni düzen içinde de sömü­rü olayının değişmediği inancı, olaya ulusal değil sınıfsal açıdan bakıma gereğini yer yer vurgulayan "enternasyonalist" bir bakış, kolay kolay gerçekleşemeyeceği bilinen "memlekete dönüş" rüyaları. Bir film çekmek vaadiyle gariban İşçilerimizi kandıran bir çetenin marifetleri boyunca bu temalara değinmeye çalışıyor Kurtiz...
"Gül Hasan", özellikle ilk yarım saatinde, dışarıdaki Türkleri tüm lumpenlikleri içinde yakalamayı deniyen ve zor seyredilen grotesk. kaba bir güldürü biçiminde gelişiyor. Ama filmin son yarısında Kurtiz'in bu kaba güldürü görünüşü altında yakaladığı önemli şeyler, vermeyi denediği ilginç bildiriler olduğunu seziyorsunuz. Filmin güldürü bölümleri, şarkılar, monologlar, vs. ile gelişen serbest, sık sık epik bir yapısı var. Bu yapı, özellikle alışık olmayan bizim seyircimiz için şaşırtıcı, giderek İtici. Ama bu yapıyı kabul ettikten, ilk baştaki iticiliğini aştıktan sonra filmin getirdiği üstüne düşün­mek ve filmden tat almak kolaylaşıyor. "Gül Hasan", sonuç olarak ilginç bir deneme, Özgürce, kalıplara bağlı kalmadan gerçekleştirilmiş yenilikçi bir çalışma. Bize, sinemamızda şimdiye dek islenmemiş yeni yollar, biçimler haberliyor. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”

  Tuncel Kurtiz'in uzun yıllara dayanan tiyatro-sinema oyunculuğunun ve yönettiği kısa filmlerin ardından ilk kez uzun metraj için arkasına geçtiği Gül Hasan, yurtdışında bulduğu yankıyı Türkiye'de tekrarlayamamış, görmezlikten gelinmiş, biraz da hemen unutulması arzulanmış bir film. Kurtiz'in Otobüs'ten Bereketli Topraklar Üzerinde'ye Hudutların Kanunu'ndan Umut'a, Bitmeyen Yol'dan Sürü'ye kadar, sinemamızın çok önemli örnekleri arasına girmiş filmlerdeki yerinin ötesinde, sektördeki verili ilişkilerle çelişkisini, hatta kavgasını yansıtan bir çalışmadır karşımızdaki.
Bir şebekenin lideri olarak çalışan üç kağıtçı yönetmenin, çekeceği filmde rol verme vaadiyle Avrupa'da çalışan vatandaşlarımızı dolandırmasını, sömürmesini doğal bir abartı eşliğinde traji-komik yapıyla aktaran film, Kurtiz'in daha önce birlikte çalıştığı kimi yönetmenlere yönelik öfkesini de somut biçimde yansıtmaktadır. İlginç bir sinema örneği sunmasının ötesinde, sorunlarına sınıfsal açıdan eğilen ayrıksı bir örnek de olan Türkiye-İsveç ortak yapımı Gül Hasan'daki oyunculuk performanslarının oldukça nitelikli olduğunu belirtelim ve filmin Kurtiz'e İsveç'te en iyi yönetmen ödülünü kazandırdığını ekleyelim. (Tunca Arslan) “www.europeanfilmfestival.com ”

Geç Gelen Ödüller "Bereketli Topraklar Üzerinde" (16)

Yıl 1979: 16. Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni Yolcular, Demiryol,  Yusuf ile Kenan filmlerini yasaklayıp, bazı bölümleri kesmek istemesi üzerine tüm yapımcı ve yönetmenler şenlikten çekilme kararı aldı. Jüri üyeleri “Tüm filmleri değerlendirme olanağı bulamadığımızdan, uzun metrajlı filmler dalında yapılan yarışmaya katılan yapıtları değerlendirmeme kararını oy birliği ile aldık” şeklinde açıklama yaparak durumu protesto ettiler. Sansüre karşı bir duruş sergileyen festival yönetimi, iptal etmişti.

1979 yılında yarışan filmler şunlardı:

 Seninle Son Defa / Feyzi Tuna”, “Töre / Ümit Efekan”, “Altın Şehir / Orhan Aksoy”, “Kanal / Erden Kıral”, “Vatandaş Rıza / Cüneyt Arkın” “İsyan / Orhan Aksoy”, “Sensiz Yaşayamam / Metin Erksan”, “Kara Kafa / Korhan Yurtsever”, “Bebek / İhsan Yüce”, “Yolcular / Yavuz Pağda”, “Demiryol / Yavuz Özkan” ve “Yusuf ile Kenan / Ömer Kavur”.

Yıl 1980:. Festivalden bir gün önce, 12 Eylül askeri darbesi olur; tüm yurtta sıkıyönetim ilan edilir ve festival iptal edilir…

1980 yılının yarışma filmleri şunlardı:

 Adak, “Sürü,  "Doktor",  Bebek", “Yolcular,  Demiryol, Yusuf ile Kenan,  Bereketli Topraklar Üzerinde,  Gül Hasan, “Derya Gülü




 Bereketli Topraklar Üzerinde
 Yönetmen: Erden Kıral, Senaryo: Erden Kıral, Mahmut Tali Öngören, Tuncel Kurtiz, Eser: Orhan Kemal, Kamera: Salih Dikişçi, Yapım: IrmakFilm/Erdan Kıral, Polar Film/Tuncel  Kurtiz

 Müzik: Yavuz Top, Sarper Özsan, Yardımcı Yönetmen: Ali Kıvırcık, Işık Şefi: İlhan Aslım, Işık Asistanı: Metin Erdoğdu,
Oyuncular: Tuncel Kurtiz, Erkan Yücel, Özcan Özgür, Bülent Kayabaş, Nur Sürer, Yaman Okay, Erol Demiröz, Osman Alyanak, Menderes Samancılar, Nuri Sezer, Selçuk Uluergüven, Funda Gürçen, Ali Tutal, Hikmet Çelik, Cengiz Sezici


KONU: Orta Anadolu'nun yoksul köylülerinden iflahsızın Yusuf'u (Erkan Yücel), Köse Hasan (Nuri Sezer) ve Pehlivan Ali (Yaman Okay) iş bulmak umuduyla Çukurova'ya giderler, Hemşerileri olan fabrikan sahibini bulup işe başlarlar. Köse Hasan, çırçır fabrikasındaki ağır çalışma koşullarına dayanamaz ve hastalanır. Kısa bir sürede bir handa yoksul ve çaresiz bir biçimde ölür, Pehlivan Ali ile iflahsızın Yusuf fabrikadaki ağır çalışma koşullarına, insan sömüsüne ve de ırgat başının kendilerinden aldığı haraca karşı baş kaldınr.Ama bu baş kaldırışlarında yalnız kalırlar ve patron da bundan yararlanarak elebaşı konumundaki bu kileri işten atar. Parasız pulsuz kalan iki arkadaş iş aramaya başlarlar. Çalışıp para kazanmak zorundadırlar, Pehlivan Ali yde bıraktığı sözlüsüyle evlenebilmek için, Yusuf ise bir gazocağından daha fazlasını evine  türebilmek için, Bir süre sonra inşaat işçisi olarak iş bulurlar. Bu sırada Ali, Fatma (Nurhan Nur) adlı bir şoförün metresi olan kadına gönlünü kaptırır. Fatma, Ali'nin bu karşılıksız sevgisinden yararlanarak onun çaşarak biriktirdiği tüm parayı yiyip bitirir. Ayrıca işini de kaybeder. Bir süre sonra da bir köylüsünün aracığıyla çiftlik ağasının patozunda çalışmaya başlar. Zor ve dikkat isteyen bir iştir. Ali daha fazla kazanmak için daha fazla çalışmak zorundadır, Durmadan dinlenmeden, gece-gündüz çalışır. Uyku sersem i olduğu bir gece dalgınlıktan iki ayağını da patoza kaptır. Yardım gelmediğinden de kan kaybından ör. Büyük umutlarla yola çıkıp Çukurova'ya gelen üç arkadaştan yalnızca Yusuf kalır. O da gerektiği parayı biriktirdiği için köyüne dönmek ister, Arkadaşları her ne kadar kalması için ısrar ederlerse de o, ölen arkadaşlanın vasiyeti üzerine çarşıdan aldığı aynatarak ve bir de gazocağı ile duvarcı ustası olarak köyünün yolunu tutar, Onca acı ve çileden sonra yalnızca o amacına ulş gibidir.


Ödül

*Uluslar arası “Nantes” f ilm şenliğinde (1980)
Jüri özel ödülü
*Fransa Sanat ve Deneme sinemaları Birliği Ödülü
*Strazburg Avrupa Film Festivali’nde (1981) ÜYÜK Ödül
* 18.Antalya  Altın Portakal Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması (25 Eylül – 4 Ekim 1981)
Erden Kral “en iyi yönetmen”
Salih Dikişçi “en iyi Görüntü Yönetmeni”
Yaman Okay “En iyi oyuncu

Jüri Üyeleri: Cihan Çiftçili, Zuhal Çevik, Mehmet Doğan, Osman Üntürk, Nuri Dağtekin, Ahmet Gönen, Burçak Evren, Turgay Ulusan, Nisa Serezli, Kami Suveren.   
            
Orhan Kemal'in yaşamaktan, yaşananı kavramaktan ve yaşanmışı anlatmaktan gelen benzersiz gözlem gücü ve bir kaynak gibi coşup giden kalemi Çukurova'nın üstüne bir gün batımı gibi iner: Ağır, güçlü, kendinden emin... Yaşamdan gelen, kısa, küçük ama güçlü kalem darbeleriyle kağıda dökülür oradan da gözlerimizin önünde yeniden yaşama geçer: Bir dizi insan yüzü ve kişiliği ayrıntıdan temele, temelden ayrıntıya giden bir betimleme sonucu canlanır, somutlaşır, canlı-canlı oluverirler... Kendilerini anlatırken tüm bir Çukurova'yı, belli bir dönemin tüm koşulları, olayları ve olguları ile birlikte yeniden yaratırlar. "CHP'nin iktidarda bulunduğu 1946-50 yılları döneminden kısa bir zaman kesiti"dir bu... Kimler, kimler yoktur bu "Çukurova'dan İnsan Manzaraları"nda... Bir Orta Anadolu köyünden inip gelmiş, ne pahasına olursa olsun bir iş arayan İflahsızın Yusuf, Köse Hasan, Pehlivan Ali... Nekes, pinti" insafsız Topal Ağa, haksızlığa isyankar civa gibi Hidayetoğlu, elden ele geçen 15-16 yaşındaki Fatma kız, kerhaneden pamuk tarlasına transfer Aptal Kız... Babasından ödü kopan bıçkın ve hain ağa oğlu, ayni kumaştan acımasız ırgatbaşı, korkak Kemal.. Haksızlığa direnen, sesi kalın, başı dik, görmüş geçirmiş emekçi Kürt Zeynel... Ve daha niceleri...

 Kimdir bu insanlar, ne ister, ne ararlar? Orhan Kemal şöyle tanımlar;…her yıl binlerce ırgat kuzey, güney ve orta Anadolu'dan bereketli Çukurova topraklarına inerler. Onlar fabrikalarda, köy ekonomisinde ya da nerde olursa olsun iş ararlar. Binlerce, on binlerce ekmek ırgatı, "ekmek kapısı" dedikleri büyük şehirde aç, acı çekerek ve ümitsiz gezerler. Ve sonunda, her şeye rağmen herhangi bir iş düşerse, emek şartları, mesken, yemekler o derece kötüdür ki çoğu dayanamaz. Onlara elini uzatacak bulunmaz. Onlar, köyleri ve orda bıraktıkları akrabaları için çektikleri acıları gözlerine derin derin sindirerek kendilerine yer bulunmayan bu dünyayı ya erken terk ederler, ya da bir deri bir kemik kalarak garip bir hayatı sürerler."
İşte Erden Kıral'ın sineması bu güç işi yüklenmiş: "Çukurova'dan insan manzaralarının sinemalaştırmak işini... Türk yazınının en güçlü romanlarından birini, bu toprak, insan ve emek destanını sinemalaştırmak... 38 yaşında, daha yalnızca ikinci filmini yapan bir yönetmen için ne zor bir iş, ne altına girilmez bir uğraş!... Ama Kıral bunu başarıyor. Yaptığı, hemen ve öncelikle söyleyeyim, yalnız bizim sinemamız için başarılı bir Orhan Kemal uyarlaması değil, dünya sineması içinde de yüz akı bir filmdir...
Çünkü "Bereketli Topraklar Üzerinde", has sanat yapıtına özgü o doyumsuz tadı taşır, o zor kurulur ikilemi kurar, o insanoğlunu onurlandıran işlevi yerine getirir.,.. Bir yandan dünyada varolan, dünyanın büyük bir bölümünde hala var olan, günümüz insanlığının yüzkarası olarak var olan açlığı, işsizliği, sömürüyü, insanlık onurunun kırıntısından uzak sözüm ona yaşamayı anlatır. İnsan insanın kurdudur bu ortamda, bu düzende... Topal ağa için Köse Hasan'ın can çekişmesinin hiç önemi yoktur, onun için önemli olan koynundaki ipe bir kaç kuruş daha dizebilmektir... Ağaoğlu için de işçinin, işçi hayatının hiç bir değeri yoktur: "Patoz"un başına geçirdiği acemi usta biraz daha çabuk iş çıksın, ağanın kesesine biraz daha para girsin diye kolunu makineye kaptırdığında, onu arabasına atıp doktora götürmekten bile kaçınacaktır: Araba kanlanmasın diye!.. Kadınlar da bu acımasız orman düzeninden nasiplerini alırlar elbet: Fatma'ya sıtma krizi sırasında aspirin veren adam, birkaç dakika sonra nöbet geçiren kadının ırzına geçmekten utanmaz... İşçisi Üzerinde olmadık ceberrutluğu yapan ırgatbaşı ise, gence kızlarının kerhaneye düşmesine aldırmayacaktır.
 Ama ikilemin öte ayağı da vardır Kemal'de, Kıral'da... Çünkü "yeryüzünün her köşesinde insanlara özgü mutluluk özlemi, bizim halkımızın ruhunda vardır". "Bereketli" umutsuz, karamsar bir roman değildir: "umudu, kesintisiz mutluluk arayışını verir". Hayrettinoğlu Topal ağanın hırpaladığı hasta Köse Hasan'ı tuvalete götürdükten sonra ona taharet aldırırken, Pehlivan Ali kerhanede rastladığı ustabaşının kızıyla bir sevgi ilişkisi kurar gibi olurken, yine Pehlivan Ali ile Hayrettinoğlu yorgun bir emek günü sonrası uzakta yanan ateşin dalga dalga yansımasını yüzlerinde duyarak mutlu günlerin özlemini yaşarken, hayatın bir bütün olduğunu ve her şeyiyle yaşandığını, yaşanması gerektiğini algılarsınız... Her gerçek ve büyük sanat yapıtında olduğu gibi, "Bereketli" de de gerçeklere getirilen tanıklığın onuru vardır, ama ayın zamanda umutla umutsuzluğun, acıyla sevincin, kinle sevecenliğin de o ayrılmaz iç içeliği, birlikteliği vardır.. .

Erden Kıral, sinemasıyla tüm bunları ve daha başka şeyleri kavrar, ve yeniden kurar. Çok olaylı, çok kişili, .çok temalı bir dev roman sinemada gücünden soluğundan pek birşey yitirmeksizin başka bir yaşama, başka bir varlığa geçer. görselliğe kavuşur... Evet, ayrılıklar, değişiklikler, yön değiştirmeler vardır, bazı tipler yitip gitmiş, bazıları çok işlenmiştir: sözgelimi Pehlivan Ali niye böylesine öne çıkmıştır da İflahsızın Yusuf, romanın sonunda köyüne dönüp gelen Yusuf yok olup gitmiştir? Orhan Kemal'in o güçlü soluğunu belki aynen duyamayabilir, yazının taşıdığı özgül koşulların getirdiği bazı şeyleri bulamayabilirsiniz...
Ama kimse "Bereketli’nin yürekle, duyguyla, sevgiyle yapılmış bir film olduğunu' yadsıyamaz. Buram buram insancıllık, buram buram insan sevgisi kokan bir filmdir bu... Kıral'ın Orhan Kemal'in en güçlü yanını insancıllığını yakalayıp filmine bir ışık gibi yansıttığı açıktır. Bu insan sıcaklığı, yabancı bazı yazarların da belirttiği gibi filmi "Ayak Takımı Arasında", "Gazap Üzümleri" gibi evrensel başyapıtların veya son yılların "1900" veya "Cennet Günleri" gibi başarılı "toprak ve emek filmlerinin düzeyine yükseltmektedir. O yapıtlarda olduğu gibi "Bereketli" de bize uzun yıllar kolay unutamayacağımız, bir sokak köşesinde, bir sinema çıkışında yeniden rastlayıvereceğimiz denli yakından tanıdığımız tipler, insanlar armağan etmiştir.
Ancak bu insan yüzleri, yaşam kavgasındaki bu emekçi portreleri toplamı, kuşkusuz yalnız sevgiyle yaratılmamıştır. Bunda yeteneğin, bilginin ve ekip çalışmasının da payını unutmamak gerekir.
 Öngören/Kurtiz/Kıral'ın başarılı senaryo çalışması, Salih Dikişçi'nin, İsveçli ışık uzmanı Jan Pershon'un katkısıyla, özellikle dahili sahnelerde (çırçır fabrikası, Topal ağanın evi, vs) ve dış gece sahnelerinde De La Tour resimlerini andıran ışık/gölge uyumları yaratan kamera çalışması, Sarper Özsan'ın müziği ve kalabalık oyuncu kadrosunun (hangi birini saymalı?) hepsi, ayrıksız hepsi bu çabayı bütünlemektedir. "Bereketli", Türk sineması tarihinde böylesine kalabalık bir oyuncu kadrosunun tümüyle üstün bir oyun verdiği ilk ve tek filmdir. Hepsini yürekten kutlarız.

Ama hepsinin üstünde ve ötesinde Erdem Kıral, bu filmle henüz ikinci filminde sinemamızın en umut bağlanası isimlerinden biri olduğunu göstermektedir. Kıral, Çukurova'nın gerçek emekçileriyle işbirliği yaparak en zor sahneleri ustaca çözümlemiş, akıcı, pürüzsüz bir sinema dili kurmuş, Orhan Kemal'in dev yapıtının özünü perdeye taşımış bulunuyor. Bu filme ve Erden Kıral'a sinemamıza hoşgeldin diyoruz. Sinemamız, yeni ve uzun süre göğsünü kabartacak bir yapıt daha kazandı. (Atillla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”, syf, 184)
 "Bereketli Topraklar Üzerinde", hemşerilerinin fabrikasında çalışmak umuduyla  'seksen evlik köylerinden' Çukurova'ya gelen iflahsız Yusuf, Pehlivan Ali ve Köse Hasan'ın hikayesini anlatır. Orhan Kemal'in büyük oranda diyaloglar üzerinden ilerleyen, karakterlerinin ruh hallerini ve gönül yaralarını konuştukları 'dil'de arayan anlatısı, sinema için eşsiz bir malzeme sunmuştur. Öyle ki roman Tuncel Kurtiz tarafından senaryolaştırılırken, kitaptaki cümleler, deyişler ve hitap biçimleri büyük oranda korunmuştur. Kemal'in romanı, karakterlerinin şehir hayatının acımasız ve vicdan tanımayan karanlığına, bilinmezliğine sürüklenişini içselleştirircesine, kısa ve kesik kesik diyaloglarla, deyim yerindeyse şiirsel bir telaş hissiyle ilerler. Karakterlerin tutunduğu değerler, şehrin gözü dönmüş insan kalabalığı içerisinde giderek anlamını yitirir. Kemal'in üslubu tekrarlar üzerinden ilerler ve her tekrarda kelimeler anlamlarından bir parça daha yitirirler; karakterlerin umutları kırılmaya başladıkça gitgide işlevsizleşir ve zamanla hepten trajikomik bir bal alırlar: 'Hiç kimse hemşerimiz gibi olamaz.'
Bu derece dil üzerine kurulu bir anlatıya görsel bir kimlik kazandırmak oldukça güçtür kuşkusuz. Erden Kıral, dilin hakimiyetini mümkün olduğunca güzel planlar tercih ederek mizansenle dengelemeye çalışır: Filmin  girişinde Çukurova'nın pamuk tarlalarında çalışan ırgatları, filmin köyden şehre göç  temasına uygun biçimde hareket halindeki bir kamerayla izleriz. Filmin tam orta  yerinde de tekrarlanan bu belgeselvari planlar, fabrikada çalışan işçi  görüntüleriyle  birlikte anlatının ruhunun yattığı çekirdeği oluşturmaktadır. En  nihayetinde belirli karakterlere yoğunlaşsa da, bu, Çukurova'da ekmek parası için didinen pamuk işçilerinin ortak yaşam dertlerinin hikayesidir.  Erden Kıral, özellikle yer yatağında yan yana dizilmiş işçilerin uyurken ki görüntüleriyle  fabrikada yan yana dizilmiş işçilerin çalışırkenki görüntüsüne  paralel kurguyla aktardığı sekansta, karakterlerin tekil hikayelerinden daha büyük bir  gerçeğe işaret eden bir anlatı kurma derdinde olduğunu hissettirir: Tıpkı Orhan Kemal'in romanı gibi, film de Çukurova'nın, Türkiye'nin 50’ler sonrası toplumsal gerçekliğinin, bereketli topraklarda heba olmuş yaşamların ruhunu yakalamaya çalışmaktadır. Üç karakterin şehir gerçeğiyle yüzleşme öyküleri, zamanla daha geniş bir ruhsal coğrafyaya yayılır, yan hikayeciklerle örülü büyük bir anlatıya doğru evrilir. Şehirden filmin başında gördüğümüz pamuk tarlalarına geri dönen "Bereketli Topraklar Üzerinde" bol karakterli yapının getirdiği zorlukları alt edemeyerek dağınıklaşsa ve giderek parçalı bir görünüm alsa da; Yaman Okay, Erkan Yücel, Nur Sürer, Tuncel Kurtiz ve Erol Demiröz gibi isimlerin ustalıklı oyunculukları ve ince işlenmiş karakter portreleri sayesinde gücünden çok bir şey kaybetmez. Hatta filmi ilginç kılan şeyin, ırgat, ırgatbaşı, ağa, ağanın yeğeni, ispiyoncu, sendikacı ve usta gibi 'çalışma mekanizmalarındaki farklı hiyerarşik ve ahlaki konumları temsil eden bireyler arasındaki iktidar ilişkilerine mercek tutan parçalı bol karakterli yapısı olduğu da söylenebilir. Bu yapının ayakta  kalmasında, Orhan Kemal'in realist roman anlayışına bağlı olarak karakterleri şiveleriyle konuşturmasının da büyük bir payı vardır. Film, Kıral'ın sonradan çekeceği "Hakkari’de  Bir Mevsim" (1982) ve "Ayna" (1984) gibi filmlere kıyasla, deyim yerindeyse daha 'katı gerçekçi', belgesele göz kırpan, Marksist/neorealist sinema geleneğine daha yakın duran bir estetiğe sahiptir. "Hakkari'de Bir Mevsim" ve "Ayna"daki psikolojik derinliği ve hayal-gerçek arasında gidip gelen şiirsel anlatımı bu filmde bulamayız. Fakat belki de, filmin asıl meselesi de bu noktada düğümlenmektedir.  "Bereketli Topraklar Üzerinde", rüya görmesine izin verilmeyen insanların dünyasını anlatmaktadır. Bir sahnede gece gördüğü rüyadan dem vuran Pehlivan Ali'ye, ırgatbaşı şöyle cevap verir: 'Rüya görmek de noluyor lan!' Yerde uyuyan işçilerle, fabrikadaki makina görüntülerini paralel kurguyla aktaran bölüm, belki de buna işaret etmektedir. Rüya göremez olmuş, esrar kafasıyla ayakta tutulan, üretime katkıda bulunacak et parçalarından ibaret görülen, sabah 5 'te zorla uyandırılan, insanlığı çalınan insanların filmidir  bu. Romanda önemli yer kaplayan sıla hasreti bile, filmde bu insanların dünyasından çekilip alınmış gibidir. Hayalin ırak olduğu bu dünyanın erkeklerinin korudukları tek fantezi, kadınlardır. Özellikle Pehlivan Ali'nin Fatma ve Abdal Kız'ı arzulaması, kerhanede bir fahişeyi köyüne götürme hayalleri kurması üzerinden cinsel fanteziler, sıla hasretiyle karıştırılmış, melezleşmiş bir şekilde karşımıza çıkar. Diğer yandan film, erkeklerin dünyasında, kadınların ('avrat'ın) da bir mülkiyet olarak görülmesine de değinir. Erkek cinselliğiyle kapitalist üretim arasında -özellikle ırgat başının orgazm olurcasına 'Çalış!' diye bağırdığı sahnede- güçlü bir analoji kurulur. Son kertede filmin katı gerçekçiliği, belki de olabilecek en fantastik, en doğa üstü şeyin, sadece çalışmaya koşullandırılmış insan bedeni olduğuna işaret eder. Yine de görülemeyen rüyaların hiçliğe karışan sesleri, makina gıcırtılarının arasından belli belirsiz işitilmektedir hala.(Fırat Yücel) “SİYAD, “40 Yılın Serüveni” ”
  Sinemamız ne zaman edebiyatımıza el atsa eli boş kalmıyor. Bereketli Topraklar Üzerinde de bu kaideyi pek bozmuyor. Çünkü hem başarılı ama bir o kadar da başarısız. Başaralı; kaynak aldığı yapıtın dünyasına, içtenliğine, sıcaklığına ve vuruculuğuna giremeyip, ondan hareket ederek kendine özgü farklı bir dünya yaratıyor. Bu dünyanın içine de romandakinin girmesi pek kolay olmuyor. Yapıtın özünü oluşturan, ırgat sömürüsü, köylü-ağa çatışmasının ana nedeni, çok beylik, biraz gösterişli kalıyor. Emeğin sömürülmesi eylemden çok diyaloglara bindiriliyor ki bu da izleyen üzerinde pek fazla etkili olamıyor. izleyen bireylerin peşine takılmaktan sömürü düzeninin onlar gibi yüzlercesinin, binlercesinin yazgısını nasıl değiştirdiği üzerine pek kafa yorup, tüm acı ve yıkımların üzerine duygularından soyutlanıp gerçekçi bir bakış getirmekte zorluk çekiyor. Ama tüm bunlara rağmen Bereketli Topraklar Üzerinde sinemamız için bir kazanç. içeriğindeki sağlamlığa karşım sinemasal anlatımında bir dizi aksaklıklar ve de acemilikler taşısa da ..
 Orhan Kemal'in romanıyla Kral'ın filmi arasında kesin bir benzerlik aramak doğru olmaz. Sinemaya uyarlanan her edebiyat yapıtı için de böyle düşünmek gerekir. Kıral'ın başarısı, Orhan Kemal'in önüne serdiği malzemeyi kullanarak, Orhan Kemal'in romanında ulaşmış olduğu sonuca, sinemada ulaşabilmiş olmasıdır. Kıral'ın en övünülecek yem, soğuk kanIı bir yaklaşımla konuyu ele alması ve dramatik gerilimi olmayan, düz çizgili bir anlatımı seyirciye benimsetmekteki ustalığıdır. Gerçekten de çok süratli bir kurguyla verilen ve işçilerden birinin kolunu makineye kapatılmasıyla sonuçlanan sekansın dışında film, inişsiz, çıkışsız bir anlatıma yer veriyor.  Ama başarısı da bu biçimden kaynaklanıyor. Kıral zor olanı seçmiş, kimi kişileri öne çıkartıp seyircinin ilgisini uyanık tutmayı güvence altına  almak yerine, insanların bütünleştikleri çevreyi betimlemeyi yeğlemiş. Çarpıcı olmayan, izleyeni yavaş yavaş etkisi altına alarak üzerinde düşünmeye yönelten bir film çıkmış ortaya. (Rekin TEKSOY, Gösteri. S:1, Aralık 1980 )